Bahar mevsimi, her yıl olduğu gibi bu yılda özlemle beklenen bir mevsimdi. Gelmişti.
    Doğanın, giderek yeşil bir örtüyle kaplandığı, giderek, bin bir renge boyandığı, çiçek kokularının, etrafa yayıldığı, kuş seslerinin arttığı, leyleklerin yuvalarında şakladıkları, nehirlerin, dere yataklarının, coştuğu, güneşin daha büyük bir parlaklıkla parıldadığı mevsimdi.
    Tepebaşından seyrettiğimiz Sayın eski Valimiz, TUNCAY SONELİN, eseri MAMEKİ Parkına, yanı başında, baraj canavarı tarafından yolu kesilen, şişerek çevresine yayılan MUNZUR Çayının çevresine de Bahar gelmişti. Munzur’a bakan yamaçları, açan meşe ağaçlarıyla yeşile bürünmüş, içinde sincapların, yaban domuzlarının koşturduğu küçücük ormanlar, oluşmuştu.  Park, yeşil bir halıya bürünmüştü. Çevresinde yürüyüş yapanlar, koştururcasına yürüyorlardı. Parkı süsleyen ünlü yüzme havuzunda, yanı başındaki kafeteryada, açılış hazırlıkları yapılıyordu. MUNZUR, Çayı, Munzur Dağlarından, Baharla birlikte, eriyen karlarla coşup kendisine katılanlarla, Yeşil mavi rengini kaybetmiş, toprak rengine bürünmüştü. Mazgirt’in, arkasındaki sıra dağların karları, erimediğinden, yeşil halı, oralarda doğayı henüz örtmemişti.
   Nisan ayı bitmek üzereydi. Beklenen ünlü NİSAN YAĞMURLARI, hala yoktu. Yeşile, çeşitli renklere bürünen doğa, yağmayan yağmurlarla, yavaş, yavaş solmaya başlamıştı. KURAKLIK ÇANLARI geçen yıl çaldığı, yaşandığı, gibi bu yılda çalacağı, yaşanacağı, korkusunu, endişesini veriyordu. Yağmayan Nisan yağmurlarını, telefi edecek,  Mayıs yağmurları, doğanın, yaşamın, nefes alışı, kurtuluşu olacaktır. Köylü, çiftçi, iki elini gökyüzüne açmış, yalvarmaktadır. Yağmazsa, kuraklık tekrar, doğayı kasıp, kavuracaktı.
    Yolumun üstündeki SEYİT RIZA PARKI, her zamanki gibi sevenleriyle doluydu. MUNZURA, bakan cephesinde dizili banklar, MUNZURU, seyredenlerle doluydu. SEYİT RIZAYLA hatıra çektirmek isteyenler, ellerinde cep telefonları, SEYİT RIZANIN kucağına oturmuş, ha bira çekiyorlardı. Karakargalar, her zamanki gibi mesken tuttukları DERSİM MÜZESİNİN üstünden parkı, çevreyi seyrediyorlardı. Parkın sakinleri köpekler, yeşil çimlerin üzerinde yatmış, keyif çatıyorlardı.
     SSK lojmanlarının yerine kurulan seyyar satış parkında, hareketlilik yoktu. Yaşanan büyük hayat pahalılığı, fiyat artışları, seyyar satıcıları da vurmuştu. Tezgâhlarının başında, müşterisiz, oturuyorlardı. Oyuncak için ağlayan küçük çocuğu sürükleyerek oyuncakçıdan uzaklaştırmaya çalışan bayan, kendi kendine söyleniyordu. ‘Bu kadarda olmaz.’ Diyordu.
    ON ADIMLIK ÇARŞI, bahar mevsimiyle birlikte şenlenmişti. Şenlik, çevresindeki kaldırımlara, hatta caddeye taşmıştı. DERSİM Coğrafyasının simgelerinden endemik türü IŞKIN, GULİK, tezgâhları süslerken, sebze dikimi için yetiştirilen sebze fideleri de kurulan tezgâhlarda yerlerini almışlardı. Tezgâhlarda ateş pahasına satılan sebzeleri alamayan vatandaş, bu yıl kendisi, yetiştirmek isteyecektir. Dikecek yeri olmazsa bile evinin balkonunda sebze yetiştirmeye çalışacaktır.
     Belediye otobüsünü bekleyenler, kaldırımı doldurmuş, caddeye taşmıştı. Belediyenin, ücret almadığı, yaşlıların, engellilerin, yanında, her yaştan bekleyenler de vardı. Belediye otobüsleri, yaşanan bu tarihi günlerde, yoksulların taşıt araçları olmuştu. Halkçı belediye, kendine yakışanı yapmıştı. Halkın yanında olmuştu.
    Yolda maskesini takmış, Zaferle karşılaştım. Ne o Zafer, sen hala maskeni takıyorsun. Toplu taşıt araçları ile hasta hanelerde maska takılacak, Diğer yerlerde, açık havada, takmayabilirsin.’ Dedim. ‘Hayır. Dedi. ’Ben CORONA CANAVARI, yok oluncaya, ilimizi, ülkemizi, terk edinceye kadar, takmaya devam edeceğim.’ Dedi.
    Öğleden sonra gittiğim Hasta hane, sıra, fiş almak için sıraya girmiş, insanlarla doluydu. İlk kez karşılaştığım bir görüntüydü. Sağlık Bakanlığının, CORONA CANAVARININ büyük ölçüde etkisini yitirdiğine dair aldığı hafifletici kararlar, hastanelerin, daha güvenli olduğuna dair oluşan inanç, randevu sisteminin, esnekleştirilmesi, randevusuz başvuru, sayısını artırmıştı.
   Dalında tek başına görev yapan doktorlar, hasta yoğunluğundan, hala randevusuz hasta kabul edemiyorlardı. ‘Hastaya ayıracağımız süre az olursa, bu hastaya yapılmış, haksızlık olur. İhtiyaç duyulan muayene, yeterince yapılmamış olur. Onun için hastaya gerekli olan zaman ayırılmalıdır.’ Diyorlardı.
   Haklılardı.
   Bu satırları, yazarken gökyüzü kapanmıştı. Herkes heyecanla gökyüzüne bakıyordu. Beklenen, edilen dua kabul edilmiş olacak ki, gökyüzünden gürültüler gelmeye başladı. Yağmur damlacıkları, sessizce, toprakla buluşmaya başlamıştı. İnsanlar sokaklarda âdete kutlama yaparcasına şemsiyesiz geziyorlardı. Hava raporları bayram boyunca yağışların süreceğini söylüyordu. Çiftçi, köylü, raporların doğru çıkması için dua ediyor. Olmalıydılar.
   Hayat palı lığın, zirvede olduğu,  şekerin, çikolatanın, tatlının, alınamayacak kadar pahalı olduğu bu günlerde mübarek bayram kutlaması gelmişti. Geçmişte kutladığımız bayramlarda iş yeri tezgâhlarımızda, misafirlere, ikram edilmek üzere çikolata, şeker, tatlı, hepsi bulunurdu. Üç Gün, beş gün süren bayramlarda bitmeden bulunurdu. Bu yıl kutlayacağımız bayramda, ilk kez, misafirlerimize, tatlı, çikolata, şeker ikram edemeyeceğiz.
   Çünkü çok pahalı, alamayacağız.
    Mübarek bayram Kutlu olsun.
    +     +     +
    İŞÇİNİN, EMEKÇİNİN,1 MAYIS BAYRAMI KUTLU OLSUN.
     Sokaklar,1 MAYIS bayramına, katılım çağrısı anonslarıyla çınlıyordu. Pazar günü SEYİT RIZA PARKINDA, işçinin emekçinin bayramı kutlanacaktı. Bütün siyasi partiler, dernekler, sivil toplum örgütleri, halkı, taraftarlarını, bütün dünyada kutlanan, işçinin emekçinin, bayramını kutlamaya çağırıyordu.
     İşçinin, emekçinin, bayramı kutlu olsun.