4 Ağustos 2020 tarihinde, yüzümden geçireceğim bir ameliyat vesilesi ile Fırat Üniversitesi Hastanesi’nde, ameliyat öncesi rutin olarak gerçekleştirilen covid testini yaptırdım. Ertesi gün telefonla aranarak testimin pozitif olduğu tarafıma bildirildi ve hemen sağlık ekiplerince, yanında bulunduğumuz annemin evinde eşim, çocuğum ve annem ile birlikte karantinaya alındık. Bu esnada tüm işlemleri bakanlığın prosedürüne uygun gerçekleştiren sağlık çalışanlarına defaten “aileme test yapılmasını ve bu durumda ya benim ya da diğer aile fertleri ile aynı yerde yaşamaya mecbur bırakılmayarak, onların bir başka yere nakli için bu testin zaruri olduğunu” talep ettim. Fakat doktor, Sağlık Bakanlığı’nın uygulamasının bu yönde olduğunu dile getirerek elinden bir şey gelemeyeceğini iletti. Bununla birlikte “annemin kronik hastalıklarının olduğunu, yaşının da büyük olmasından ötürü benimle aynı evde yaşaması durumunda virüsü kapma olasılığının güçleneceğini” dile getirdim. Buna da benzer bir cevap alarak, anneme 7 gün sonra test yapılacağı bildirilerek karantina sürecimiz başlatıldı. Tabi bununla birlikte testten önce 48 saat içinde temasta bulunduğum kişiler de karantinaya alındı. Oysaki virüsün kuluçka süresinin 14 gün olduğu düşünüldüğünde bu süre uygulaması da ziyadesiyle problemli. Misal, belki de ben testi yaptırdığımda hastalığın 10. günündeydim ve bundan ötürü 10 gün öncesinden çevremde temasta bulunduğum insanlara bulaştırdım. Tabi aynı şeyi zincirleme olarak, virüsü kaptığım kişi cephesinden de düşünmek gerek.

Karantina sürecinin 7. günü yani 11 Ağustos’ta anneme test yapıldı ve bugün (12 Ağustos) sonucun pozitif olduğu tarafımıza bildirildi. Buna göre geride kalan aile üyeleri olarak eşim ve oğluma test yapılmasını istedim ama bu talebim de Sağlık Bakanlığı’nın prosedürüne çarparak reddedilmiş bulunmakta.

Karantina sürecinde sıtma ve romatoid artrit (halk arasında iltihaplı romatizma olarak bilenen hastalık) hastalıklarının tedavisinde kullanılan plaquenil adlı bir ilaca başlamam istendi. Fakat bu ilaç, basından öğrendiğim kadarıyla, DSÖ (Dünya Sağlık Örgütü) tarafından yasaklanan ve bir faydasının olmadığı belirtilmekle birlikte, kullanımıyla beraberinde ciddi rahatsızlıklar da meydana getireceği dile getirilen bir ilaç. Bundan ötürü hasta hakkı olarak ilacın kullanımını reddettim. Şimdi de eşime bu ilacın başlatılacağı tarafıma iletildi ki bunu da reddediyoruz. Bununla birlikte romatoid artrit hastası olması nedeniyle annem yıllardan beridir bu ilacı zaten kullanıyor. Fakat sonuç yine de pozitif çıktı. Sanırım Sağlık Bakanlığı, plaquenil kullanımı ile iyileşme arasındaki düşük düzeydeki raslantısal örnekler üzerinden bir korelasyon kurarak bu ilacı hastalara kullandırtıyor.

Sonuç olarak Sağlık Bakanlığı ve dünyanın muhtelif yerlerinden uygulanan bu yöntemin ilkel bir yöntem olduğunu düşünüyorum. Teşbihte hata olmasın ama bu yöntem eskiden köpek ısırığına maruz kalan insanlara uygulanan “kuduz” yöntemi ile çok örtüşüyor: Köpeği bir yere, ısırılan kişiyi bir yere kapatırsınız. Yedi gün içinde köpek ölürse kişinin kuduz olduğu anlaşılırdı. Ama bu gün terk fark şüpheli kişinin tüm aile üyeleri ile yaşamaya mecbur bırakılması ki, annemin bundan ötürü virüsü kapması yüksek olasılık. Aynı şey test yapıldığında pozitif çıkması halinde eşim ve çocuğum için de geçerli. Demem o ki, Türkiye’deki testlere yönelik güvenirliğin çok düşük olduğu ve üstüne üstlük insanlara test yapılmaktansa “belirti gözlemenin” doğru bulunmasının da bir o kadar şüpheyle yaklaşıldığı bir dönemde hala bu yöntemde ısrar etmenin kamuoyunun güvenini sağlaması pek olası değil. Çünkü insanlar ciddi ciddi “test yapılmamasını vaka sayısının artış gösterdiğinin karartılmasına” bağlamakta. Netice olarak, tedavi sürecimden sonra hukuki haklarımı kullanarak Bakanlık aleyhinde avukatım Barış Yıldırım ile dava açacağız.