ŞÜKRÜ ARSLAN 

Alman sosyolog Max Weber’in, kent çalışmalarında kullandığı bir ifade var, garnizon şehirleri diye. Bu kavrama uygun çok örnek vardır elbette ama herhalde en ilgi çekici olanlardan biri Tunceli’dir. Zira vilayetin kuruluş kanunu ile şehir için seçilen yer, Munzur nehri kenarında bir köydür. Bu köyün, görece yüksek bir noktasına bir kışla, ona birkaç yüz metre mesafede bir Hükümet Konağı ve yine birkaç yüz metre mesafede vilayeti yönetecek olanlar için o dönemde subay evleri denilen lojmanlar yapılır. 1935-1937 yılları arasında inşa edilen bu yapılara birkaç yıl sonra, 1942’de bir de cami eklenir. Şimdi Dar Sokak olarak bilinen yer ve çevreye dağılmış az sayıdaki yapı dışında, o yıllarda bütün şehir bundan ibarettir. Tunceli Milletvekili Hasan Ünlü’nün yazdığına göre şehrin tapusu da Milli Savunma Bakanlığına aittir.

Kışla bu mini şehir konteksi içinde hem mekân olarak hem de işlevleri bakımından daha özel bir yere sahiptir. Mekânsal işlevi, şehrin gelişmesinde bir tür merkez olmasındandır. Şehir, diğer örneklerden bildiğimiz gibi kışladan başlayarak çevreye doğru gelişir. Mesela Hozat, 19. yüzyılın ikinci yarısında idari merkeze dönüştürülüp, bir de kışla yapılınca 59 haneli bir köyden, kısa zamanda 1600 haneli bir kasaba haline gelmiştir (Son Telgraf, 15.06.1937). Dersim kışlasının sosyal işlevleri ise kullanım amaçlarıyla ilgilidir. Burada iki ana dönem ve amaç öne çıkar. Buna göre 1937’de Dersim’e askeri müdahaleyi esas alan politik stratejilerin mekânı olarak kullanılmış; 1949’da ise Milli Savunma Bakanlığınca hizmet dışı bırakılınca Maliye Bakanlığı tarafından tadil edilerek lojmana dönüştürülmüştür. Müze olarak kullanımı kararının verildiği 2014’e kadar bu işlevi devam etmiştir. Kuşkusuz bunlar içinde en önemli işlevselliği başlangıç dönemine aittir. Zira kışla, en büyük kıyımlarından biri olarak kayıtlara geçen Dersim tertelesi aktörlerinin toplanma mekânı ve insanlık adına utanç verici hatıraların tanığı olmuştur. Bu anlamda kışlanın, Weber’in bahsettiği ve biraz Türkiye’ye özgü nitelikleri de olan garnizon şehirleşmesinin Dersim’deki en önemli örneği olduğunu söylemek mümkün.

DERSİM'İN ŞEHİRLEŞMESİNDE KIŞLALARIN İŞLEVLERİ

Dersim’in, politik olarak öngörülen şehirleşme öyküsünde kışlalar adeta merkezi yer almıştır. Osmanlıdan başlayan bu eğilim Cumhuriyet döneminde çok daha net biçimde devam etmiş; 1935 yılında ‘Tunceli Vilayeti’ kurulduğunda bölgeye yapılan ‘yatırımların’ başında kışlalar gelmişti. Onları Hükümet Konakları ve Karakollar takip etmiştir. Ö. Kemal Ağar’ın yazdığına göre vilayetin kuruluşundan bir yıl sonra, 1936’da Pülümür, Nazimiye, Mameki, Sin ve Ovacık’ta 9 Kışla; Nazimiye, Mameki, Hozat, Ovacık ve Pertek’te 5 Hükümet Konağı; Danzik, Hakis, Seyithan, Tüllük, Karaoğlan ve Amutka’da da 6 Karakol ve Nazimiye’de 6, Mameki’de 48, Sin’de 8 ve Ovacıkta 10 Subay Evleri (lojmanlar) yapılmıştı. 12 Eylül 1937 tarihli Tan Gazetesine göre Ovacık’ta askeri kışlanın ve hükümet binasının esaslı kısımları ikmal edilmişti. Pülümür, Mameki, Nazimiye ve Sin’deki kışlalarla Amutka, Karaoğlan ve Kabut jandarma karakolları bitirilmek üzereydi. Bu suretle Tunceli, inşaatı bitmiş veya o günlerde bitecek olan 50’den fazla modern bina ile tanışmıştı. Bütün bu yapılar sonradan adım adım etrafında küçük ölçekli ticari faaliyetlerin gelişmesine yol açacak; formel şehirleşmeyi doğuracaktır. İlginç olan hususlardan birisi de bu yeni formel ticari aktörlerin bir kısmının da yine merkezi politikanın bir parçası olarak dışarıdan gelmiş olmalarıydı. Bu yüzden Dersim’in hemen tüm ilçelerinde, başka şehirlerden/bölgelerden gelerek dükkanlar açmış esnafların sayısı hiç de az olmamıştır.

Sistemin Tunceli politikasının bu mekânsal yüzü ile sosyal yüzü arasında daima bir bütünlük vardı kuşkusuz. Yani bir bölgeye esas olarak bu tür ‘yatırımlar’la yönelmenin, burada izlenen kültürel politikalarla doğrudan ilişkisi vardı. Bu politikanın en önemli mekânları da mektepler idi. Kışla ve karakollar kadar olmasa da yeni vilayetin çeşitli yerlerine mektepler inşa ediliyor ve bütün bu mekânlar/yerler karayolu-köprülerle birbirine bağlanıyordu. Dönemin belgelerinde imar faaliyetleri olarak yer alan bu çalışmalar için hükümet 4 milyon lira ödenek belirlemiş; ilk adımı olarak 1937’de yarım milyon lira ayırmıştı. Hakim politik söylemde bölgeye medeniyet götürme olarak ifade edilen bu imar faaliyetlerinin türünden de görüleceği gibi esas olarak kapsamlı askeri müdahaleyi öngören bir stratejiye dayanıyordu. Nitekim 16.06.1937 tarihli Son Telgraf haberine göre o yıl harekat için 25.000 asker Dersim’e gönderilmişti. Kışlanın anlamı, önemi, işlevleri bütün bu bağlam içinde merkezi bir önem taşıyordu.

2000’li yıllarda Dersim kışlasının toplumsal tarih bağlamındaki önemi-anlamı yerel gündemin konularından biri olmuştur. Bunun bir nedeni, döneminde inşa edilmiş kışlalar arasında ayakta kalan az örnekten biri olması, diğeri de Dersim’in kırımı hadisesi ile mekânsal ilişkisellik içinde bulunmasıdır. Yanısıra kentteki memur ailelerin ikametgahına dönüşmesi ve burada başka tür toplumsal hayatın kurulabilmesidir. Bütün bu faktörler Dersim’in toplumsal coğrafyası ile ilgili olan pek çok kişiyi/kesimi konuyla ilgilenmeye itmiştir. Kışlanın bir şehir müzesi olarak inşa edilmesi fikri de bu süreçte ortaya çıkmış; Dersim Yerel Yönetim Çalıştayları başta olmak üzere çeşitli toplantılarda konu tartışılmıştır. Tunceli Belediyesinin, kışlayı belediyenin uhdesine geçirme çalışmaları ve mekân olarak Munzur Festivali programına dahil edilmesi de yine bu döneme aittir. Özetle kışlaya yönelik yerel duyarlılık ve ilgi bu yıllarda daha fazla gelişmiştir.

Kışlayı bir şehir müzesine dönüştürmeye yönelik ilgi ve çalışmalar Dersim dışında da devam etmiş; 26 Kasım 2011’de Dersimde Bir Müze Hayal Etmek başlığı altında İstanbul’da bir toplantı yapılmıştır. Mümkünse bir şehir ve/veya toplumsal tarih müzesi kurulmasını konuşmak ve o güne kadar yapılan girişimler hakkında bilgilenmek; öneri ve projeler üretmek üzere büyük bölümü Dersimli arkeolog, sanat tarihçi, müzeci, sosyolog, fotoğrafçı gibi farklı disiplinlerden 20 kişi bir araya gelmiş; bilgi, deneyim ve önerilerini paylaşmışlardır. Hepsinin isimlerini burada yazmama imkan yok ama bütün bu süreçte emek ve çaba harcayan kıymetli insanları sevgiyle, saygıyla anmak isterim.

KIŞLADA DERSİM MÜZESI KURULMASI KARARI

2014, hem Dersim toplumunun bu talebi hem de mekân olarak kışlanın akıbeti bakımından çok önemli bir yıldır. Zira bizzat dönemin başbakanı Ahmet Davutoğlu Dersim’i ziyaret etmiş ve kışlanın müzeye dönüştürülmesi kararını açıklamıştır. Bu karar, Dersim toplumunun talebine yönelik bir küçük bir kapı olması ve kışla binasının muhafaza edilmesi bakımından önemli olmuştur. Aralarında benim de bulunduğum ve daha önce kışlanın bir toplumsal hafıza mekânı olarak müzeye dönüştürülmesi için mütevazi emek veren insanların sürece dahil olabilmesi de, bu kararı takip eden zamanda ve hayli meşakkatle gerçekleşebilmiştir.

Yegane motivasyonu memleketi için bir şey yapmak ve gönüllü emek ile bu sürece dahil olmak olan uzmanlardan bir Müze Danışma Kurulu bu meşakkatli süreç içinde; 2015’de kurulmuştur. Böyle başka örnekler var mı, bilmiyorum ama üyelerinin neredeyse tamamı bu coğrafyanın çocukları olan Müze Danışma Kurulunun oluşma biçimi ve gerçekleştirdiği çalışmalar bu yazının sınırlarını çok aşar. Belki de bunu başka araştırmacılar yazacaktır. Burada sadece Müze Danışma Kurulunun temel meramını dile getirebilirim: Kurula göre kışla, Dersim’in toplumsal tarihinin en kritik zamanlarının mekânsal tanığıydı. Dolayısıyla Dersim müzesi en başta kendi yani kışlanın hikâyesi ile başlamalı ve bu coğrafyanın etnografik, arkeolojik ve inançsal kültür ve geçmişinin resmedilmesiyle ilerlemeliydi.

TANIKLARDAN ARINDIRILMIŞ HİKÂYESİZLEŞTİRİLMİŞ MEKÂN

Ne var ki önerilerin somutlaştırıldığı bu kıymetli-özenli çalışmalar herhalde Türkiye’nin hızla değişen (veya belki de değişmeyen) konjonktürüne takıldı. Önce uzun bir sessizlik dönemi oldu. Sonra da memleketin değişen dili ve hali müze için üretilen emeğin ve üretenlerin birer birer dışarıda kalmasıyla sonuçlandı.

Nihayet, başlangıçtaki adı da değiştirilerek, Tunceli Müzesi olarak; kışlada ama kışlanın hikâyesinden muaf geçtiğimiz ay resmi törenle açıldı.

Herhalde bu durumu anlatabilecek en iyi kavram hikâyesizleştirilmiş mekân olabilir. Mekân adeta bütün tanıklıklarından arındırılmış şekilde kurgulanınca durum tam olarak böyle oluyor. Bu bağlamda yüzlerce hikâye geliyor aklıma ama onlardan biriyle; Ane Hatun’un öyküsüyle bu duygumu somutlaştırabilirim. Ane Hatun, Dersim müzesinin kurulmasına karar verilen 2014 yılında aramızdan ayrılmıştı. Kendisi Dersim’in ünlü siması Diyab Ağanın kızı Nare Hatundan doğma torunuydu. 1938’de bütün aile üyeleri öldürülmüş; hayatta kalan tek kişi olarak 9 yaşındayken, ismi Perihan olarak değiştirilip sürgüne gönderilmişti. Betül Fatime Günday’ın Adın Perihan Olsun kitabı bu hikâyenin bütün detaylarını anlatır. Şimdi müzede milletvekili olduğu için Diyab Ağa’dan söz etmek ama onun torunu Ane ile başlayan hikâyenin geri kalanı hakkında hiç söz etmemek. Müzenin durumu tam olarak böyle. Oysa kışla, birincisiyle değil, ikincisiyle ilgili bir mekân.

Yine de başka bir zaviyeden bakmayı denersek şunu söyleyebilirim: Kent sosyologları mekânın korunmasına toplumsal ahvalin anlatısına eşlik ettiği için ayrı bir önem verirler. Zira mekânın, bazen kültürel miras olmanın ötesinde de sosyolojik anlamı var. Dersim kışlasının onarılması bu sürecin bir olumlu neticesi olarak görülebilir. Mekân var bugün, hikâyesi de elbet bir gün yazılacak. O gün bu coğrafyanın çocukları ellerinde toplumsal tarihin anlatıları ile hikâyeyi kışlanın koridorlarında resmedecek; o koridorlarda tanık anlatılarını dinleyeceklerdir. Sadece Dersim’in değil, Türkiye’nin de buna ihtiyacı var.

GÜVENLİK HALİNDEN 'EV' HALİNE DÖNÜŞ

Kışlanın 1937-38’deki işlevlerini bildikten sonra 1950’li yıllarda bir başka yüzü ve işlevinden yani büyük bölümü Dersimli memur ailelerinin konutu haline geldiğini düşünmek, insanda karmaşık duygular yaratıyor. Bu duyguyu da belki zamanla konuşabiliriz, yazabiliriz. Fakat oldukça hacimli bir mekân ve ortasında kocaman bir avluya sahip olması nedeniyle kışla, bu mekânda kurulan hayatları söz konusu mekânsal doku ve mimarisi ile etkilemiş ve ondan derin biçimde etkilenmiş olmalıdır.

Bu mekânda kurulan hayatları, sosyal ilişkileri, geçmişle ilişkilen(me)me biçimlerini anlama çabası kendi başına çok önemli bir çalışma-araştırma konusudur. Kişisel olarak böyle bir çalışma yapmayı çok arzu etmiş, bazı girişimlerde de bulunmuştum. Derin sevgi-saygıyla andığım Yusuf Cengiz’in desteğiyle bu niyetle başlattığımız projeyi anımsıyorum. Amacımız kışlanın inşasına yol açan siyasal/askeri düşünsel arka planı ortaya koymak kadar müzeye dönüşmeden önceki bütün toplumsal sürecini de kayıt altına almak ve müzede sergilenecek bir malzeme olarak (kamera kayıtları, fotoğraflar ve basılı malzemeler vb.) yeniden üretmekti. Böylece hayatının bir kısmı bu mekânda geçmiş çok sayıda Dersimli birey kışlanın bu ikinci tarihinde kendi hikâyelerini görebileceklerdi. Güvenlik halinden ‘ev’ haline dönüşen bir mekânın tarihini idrak etmenin önemi de mutlaka bir karşılık bulacaktır. Ne yazık ki bu proje de tamamlanamadı. Genç akademisyen arkadaşlarımın bu çalışmayı bir şekilde yeniden başlatarak tamamlayacaklarına içtenlikle inanıyorum.

Sonuç:

Somut olarak mekânsal verilere-olgulara baktığımızda, Dersim’in formel şehirleşmesinin bir tür kışlalaşma biçiminde tezahür ettiğini görüyoruz. Özellikle vilayetin kurulduğu dönemin imar hareketleri bu duruma işaret ediyor. Dolayısıyla başka şehirlerde daha çok endüstri ve eğitim mekânları olarak görünür olan kültürel miras, Dersim’de de kışlalar, karakollar, köprü ve okullar biçiminde karşımıza çıkar. Bu durum şehrin, diğer örneklerden mekânsal, sosyal, kültürel vb. her türlü farklılığını anlatır.

Böyle baktığımızda şehirde kışla gibi her bir mekânın korunması ve bir hafıza mekânı olarak yeniden üretimi önem kazandığı gibi bu tür mekânların çokluğu ve tanıklık ettikleri toplumsal tarihin hemen her ilçede-köyde bir karşılık bulması Dersim’in, aslında bütünüyle bir hafıza mekânı olarak üretilebileceği anlamına da gelir. Dolayısıyla Dersim’de toplumsal tarihin ve hafızanın cisimleştiği mekânların muhafazası ve toplumsal hafızanın cisimleşebileceği yeni mekânların (anıtlar, müzeler, bellekevleri vb.) inşası özellikle yerel yönetimlerin öncelikli gündemleri içinde yer alabilir, almalıdır.

*Fotoğraflar: Hasan Saltık arşivi

Kaynak: Birgün Gazetesi