Laç Deresi’ne varın, yiğitlerim çatışıyor, hep feryat figandır Hakk ocağını söndürsün aşiretlerin, kimse imdadımıza yetişmiyor vay vay, bu içime derttir, kimse imdadımıza yetişmiyor”                          

Ağıtlarla Dersim ‘38

Xéçe halkından kadın ve çocukların 1938 yılındaki son fotoğrafı. Bu fotoğraf çekildikten hemen sonra kurşuna dizildiler. Bugüne dek sözlü olarak anlatılan Laç mağarasında katliamın izlerini belgeleyen kemikler ilk kez fotoğraflandı.

Dersim’deki Laç Deresi, derin bir vadide yer alır. Etrafı uçurum ve kayalıklarla çevrili olduğu için vadiye girmek zordur.

1938 Dersim harekâtında ordu birlikleri çıkarma yaparken birçok aşiret mensubu çoluk çocuk, genç yaşlı işte bu Laç Deresi’nin oradaki mağaralara sığınır. Mağaradaki insanlar ordunun kullandığı kimyasal gaz ve bombalarla öldürülür. Binlerce insanın katledildiği bu vadide ordu birlikleri de büyük kayıplar verir. Yukarıda bir kısım sözleri yer alan ağıt o mağarada öldürülen insanlar için yakılır. Ağıtı seslendiren Silo Qıc (Süleyman Doğan), harekâta katılan askerleri eğlendirsin diye keman çaldığı için hayatta kalır.

“Tertele-Ağıtların Diliyle Dersim ‘38” kitabında yer alan Laç Deresi gibi 33 ağıt, çalışmanın adından da anlaşılacağı gibi 1938 Tertele’sinde yaşananları bu kez farklı bir pencereden günümüze taşıyor. Belgesel ve müzik yapımcısı Nilüfer Saltık ile sözlü tarih araştırmacısı Cemal Taş’ın ortak çalışması aslında bir kitaptan daha fazlası. Ağıtların Zazaca (Kırmançca), İngilizce ve Türkçe sözlerinin yanı sıra öyküleri, olayların geçtiği yer ve ağıda konu olan kişilerin fotoğrafları, belgelerden oluşan çalışma üç CD ve 500 sayfalık bir kitaptan oluşuyor. Dile kolay tam 4 yıllık bir araştırmanın ve çalışmanın sonucunda ortaya çıkmış ama aslında 25 yıl boyunca biriktirilen fotoğraf, belge ve sözlü tarih kayıtlarına dayanıyor. Belge ve fotoğraflar Dersim Tertele’si konusunda bir kaynak oluşturacak birikime sahip olan Hasan Saltık arşivinden. Ağıtlar da Cemal Taş’ın 1980’lerden bu yana derlediği arşivinden. Türkiye tarihinde siyasi bir olayın Dersim 38’in etnomüzikolojik olarak da bir alan çalışması diyebiliriz.

Nilüfer Saltık ve Cemal Taş, 2012’de yapmaya karar verdikleri bu çalışma için eldeki fotoğraf ve haritaların izinden giderek, toplu kıyım yerlerini, mağaraları, mezraları yeniden fotoğraflayıp belgelemiş. Bu uğurda ölüm tehlikesi atlatmayı da göze alarak. Yukarıdaki ağıtta anlatılan gidişi kadar dönüşünün de zor olduğu Laç Deresi’nden çıkarken uçuruma düşme tehlikesi yaşamışlar. Fakat çabaları buna değmiş. “Çünkü” diyor Nilüfer Saltık, “Bugüne dek sözlü olarak anlatılan Laç mağarasında katliamın izlerini belgeleyen kemikleri ilk kez fotoğrafladık. Bir noktayı daha tespit etmiş olduk.” Üstelik 1938’den kalma bir mavzer fişeği de bulmuşlar. Bunların fotoğraflarını da kitaba koymuşlar, ağıtla birlikte. Seyid Rıza’nın ailesinin öldürüldüğü dağa da ilk kez gitmiş ve fotoğraflamışlar.

“Tarihi bir çalışma” oldu diyor Nilüfer Saltık, “Saha çalışması yaparak sözlü tarihte isimleri geçen yerleri bir bir ziyaret ettik, fotoğrafla güncel hallerini belirledik. Elimizdeki ağıtlarda anlatılan olayların geçtiği yerleri gidip bulduk. Birinci elden tanıkların o dönemde yaşadıklarını ağıtlar üzerinden anlatmanın en yalın, gerçek ve tarafsız veri olacağını düşündüğümüz için ağıtları merkeze aldık. Bu kitabın bir özelliği de bu sözlü tarihin yazılı hale dönüştürülmesidir.”

Dersimli de değil Zaza da değil Nilüfer Saltık, bu çalışmayı Tertele yıllarının karanlığına ışık tutmak için yaptığını söylüyor:

“Unutulmasın. Hatırlansın ki bir daha yaşanmasın. Yüzleşelim ki aynı acılar tekrarlanmasın. Kıyım noktalarına birer işaret koyalım ki bilinsin. Onları hatırlayalım.”

Saha çalışmaları sırasında kendisini en çok etkileyen olaylardan birisinin de Vanke Qerebaşi köyüne yaptıkları ziyarette yaşadığını anlatıyor:

“Yaşlı bir amca elinde kazmayla çukur kazıyordu. Çadır kuruyordu. Yanına gittim, ‘Merhaba, nasılsınız’ dedim. Konuşmak istedim. Bana ‘Neden geldiniz buraya? Bir 38’de, bir 94’te geldiniz. Bakın her yer virane, hiçbir şey kalmadı. Yaktınız, yıktınız. Daha ne istiyorsunuz ki?’ dedi. Dondum kaldım. Utandım. Çünkü bu ülkede böyle şeyler olmuş. Ondan sonra konuşamadım, zaten konuşmanın da bir anlamı kalmıyor ki. Söylediği şey yeterliydi. Zaten Dersimlilerin birçoğunda özellikle yaşlılarda bir suskunluk var. Konuşursam çocuklarım, torunlarım zarar görür mü diye susuyorlar. Hatta o susmaktan kaynaklı dillerini bile öğrenemeyen bir nesil yetişti orada. Benim gözlemlediğim kadarıyla bir özür, yaşadıklarının anlaşılmasını ve kabul edilmesini bekliyorlar.”

Ali Boğaz’da şehit olan Yüzbaşı Eflatun’un cenazesi ailesi tarafından 1939 yılında Elazığ’a taşınmış.

DUYULMAYAN ÇIĞLIKLAR

“Yıllarca duyulmayan çığlıkları kayıt altına aldık. Onları duyurmada aracı olduk” diyor Cemal Taş da.

Çalışmayı yaparken ağıtlarda ismi geçen insanların resmi belge ve raporlarda isimlerine ve fotoğraflarına rastladıklarını anlatıyor Taş, “O fotoğrafları yakınlarına da ulaştırdık, çok heyecanlandılar. Çünkü hiç fotoğrafı olmadığını sanıyorlarmış. Böyle birçok insanı tespit ettik” diyor.

Ne yazık ki bunların arasında kafası kesik bir şekilde askerlerin elinde olan Bego da varmış. Yakınlarına fotoğrafı ulaştırmışlar.

Resmi tarihle çakışan belge ve fotoğraflara da ulaşmışlar. Ali Boğaz’da öldürülen Yüzbaşı Eflatun’un hikâyesi gibi: “Orada askeri operasyonun başında olan komutan insanlara anlatılamayacak kadar zulüm ediyormuş, çocukları ve bebekleri kafalarını sert yerlere vurarak acımasızca öldürüyormuş. Oranın yerlileri demişler ki, ‘Bizim bu adamı bertaraf etmemiz lazım. Bizi kurşunlasınlar, süngülesinler, öldürsünler ama çocuklarımıza gözümüzün önünde böyle şeyler yapmasınlar.’ Birisi ant içmiş onu öldüreceğim diye. Gerçekten de vurmuşlar o komutanı. Ben de yazdım bu hikâyeyi. Sonra fotoğrafları tasnif ederken bir fotoğrafın arkasında ‘Şehit Yüzbaşı Eflatun. Elazığ’daki şehit kabrine naklinde’ yazısını gördük. Ailesi 1939’da Ali Boğaz’dan cenazesini taşımış Elazığ’a. Elazığ’a gittik ve Yüzbaşı Eflatun’un mezarını da fotoğrafladık.”

 

Kitaptaki her satırın, her resmin, her sesin 75 yıl önce duyulmayan çığlığı olduğunu söylüyor Taş, mezarları bile olmayan canların anısına bir saygı duruşu.

Raporlara göre 13 bin insanın öldüğü, 12 binden fazla insanın göç ettirildiği Tertele’yi anlatan her bir ağıt aslında tek başına yaşatılan zulmü ve şiddeti tüm çıplaklığıyla anlatıyor. Kitaba önsöz yazan ama basılmasını göremeyen Vedat Türkali’nin dediği gibi:

Dersim’de yapılan katliam, bir tarih belgesi titizliğinde, en doğal biçimde halkın yaktığı ağıtlarla dile getirilmiş. Dersim’deki aile ilişkileri, düşmanlıklar, dostluklar, egemen güçler tarafından içlerine sızdırılmış hainler grubu milisler, ölenler, asılanlar, kaçanlar, yani yaşananların tümü, duygular da katılarak anlatılmış ağıtlarla.”

Kitap aslında bir sergi ve film ile de desteklenmişti. Tütün Depo’sundaki sergi perşembe günü sona erdi. Kim bilir belki başka mekânlar ve şehirlerde de insanlarla buluşur, en azından kitabı alamayanlar Tertele’yi bu kez ağıtların dilinden dinler. Bir daha böyle acılar yaşanmasın diye...

Ayşe Yıldırım/Cumhuriyet