KESK Dersim Şubeler Platformu da, OHAL rejiminin 6’ncı yıl dönümüne ilişkin Seyid Rıza Meydanı’nda açıklama yaptı. “Ohal sürüyor adaletsizlik büyüyor adalet nöbetindeyiz” yazılı pankart ardından açıklama yapan KESK Dersim Şubeler Platformu Dönem Sözcüsü Kahraman Yürük, 15 Temmuz darbe girişiminin aydınlatılmayan siyasi ayağının ortaya çıkarılmasını istedi.

Ülkede 6 yıl önce  “Allah’ın lütfu” olarak değerlendirip 20 Temmuz 2016 tarihinde ilan edilen OHAL ile 32 Kanun Hükmünde Kararname (KHK) çıkarıldığını ve  131 bin 922 işlem tesis edildiğini hatırlatan Yürük, yaklaşık 130 bin kişinin kamu görevinden ihraç edildiğini söyledi. Aralarında kadın ve çocuk hakları mücadelesi yürüten dernekler, basın kuruluşları da olmak üzere 2 bin 761 kurum ve kuruluşun kapatıldığını hatırlatan Yürük, AYM kararlarına rağmen güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması yoluyla çalışma hakkının engellendiğini, devlet kurumlarının AKP kadrolarıyla doldurulduğunu söyledi.

Emekçilerin grev haklarının OHAL ve KHK gerekçe gösterilerek, yasaklandığını hatırlatan Yürük, OHAL sürecinden bu yana tam anlamıyla bir anayasasızlaşma sürecinin yaşandığını belirtti. Yürük, OHAL uygulamaları eliyle Anayasa’nın 121, 129 ve 130’uncu maddelerine aykırılık taşımasına rağmen KHK ile liste usulü ihraçlar yapıldığını söyledi.

Yörük açıklamasını şu sözlerle sonlandırdı:

“251 vatandaşımızın hayatını yitirdiği, iki binden fazla vatandaşımızın yaralandığı 15 Temmuz darbe girişiminin üzerinden altı yıl geçti. Aradan geçen zamana ve çok sayıda ifşa, belge ve bilgiye rağmen, 15 Temmuz darbe girişimi hala aydınlatılmamış, siyasi ayağı ortaya çıkarılmamıştır.

17-25 Aralık hadisesine kadar “Hizmet Hareketi” diye tanımladıkları ve aralarında su sızmayan, devletin her kademesinde birlikte emek ve demokrasi karşıtı politikalar yürütenler arasında yaşanan iktidar kavgasının darbe girişimiyle sonuçlanmasını “Allah’ın lütfu” olarak değerlendirip 20 Temmuz 2016 tarihinde OHAL ilan etmeleri üzerinden de 6 yıl geçti. 

OHAL sürecinde 32 Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile 131 bin 922 işlem tesis edildi,  yaklaşık 130.000 kişi kamu görevinden ihraç edildi. Aralarında kadın ve çocuk hakları mücadelesi yürüten dernekler, basın kuruluşları da olmak üzere 2 bin 761 kurum ve kuruluş kapatıldı.

Basın yasaklarına sosyal medya yasakları da eklenerek haber alma hakkı engellendi, düşünce ve ifade özgürlüğünde Cumhuriyet tarihimizin en karanlık günlerine imza atıldı. Ülkemizi dünyada en çok tutuklu gazetecilerin bulunduğu ülke haline getiren AKP son günlerde basın emekçilerine yönelik toplu tutuklamalarla baskıları daha da arttırdı. Sadece OHAL sürecinde, iki yıl içerisinde, işsiz kalan tahmini gazeteci sayısının 2 bin 500 dolayında olduğu tahmin edilmektedir.

AKP bu süreci kamu emekçilerinin iş güvencesini ortadan kaldırma ve performans sistemiyle kamuyu tümüyle özel şirketlere dönüştürmeyi hedefleyerek yine fırsatçılık yaptı.

AYM kararlarına rağmen güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması yoluyla çalışma hakkı engellendi, devlet kurumları AKP kadrolarıyla dolduruldu.

Bu süreçte emekçilerin grev hakları OHAL ve KHK gerekçe gösterilerek, yasaklandı. AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, “Grev tehdidi olan yere biz OHAL’den istifade ederek anında müdahale ediyoruz” diyerek OHAL’in emek düşmanı politikalara nasıl manivela yapıldığını açık ve net olarak itiraf etti.

Cemaat üyelerinin devlet kurum ve kuruluşlarında büyük oranda etkili ve yetkili olduğu 15 Temmuz 2016 öncesinde Cemaat ve AKP’nin baskı ve ayrımcı politikalarına maruz kalan KESK üyeleri ise darbe girişimi sonrasında AKP’nin ihraç kararlarıyla sendikal hak ve özgürlüklerin ihlallerinde yeni bir aşama ile karşılaştılar.

Birçoğu sendikalarımız yöneticisi olan 4.269 KESK’li hukuksuzca, herhangi bir yargı kararı olmadan, savunmaları bile alınmadan, AKP’nin muhalefetin etkisizleştirilmesi hedefi kapsamında OHAL KHK’leri ile ihraç edildiler. Bir kamu emekçisinin hiçbir adil soruşturma geçirmeden, savunma hakkı verilmeden ve sadece OHAL süresince değil ömür boyu meslekten ihraç edilmesi, vatandaşlık haklarının sınırlandırılması düzenlemesi nasıl bir zorbalık ile karşı karşıya olduğumuzun en somut ifadesidir. OHAL Komisyonun aradan geçen altı yıla rağmen hala karara bağlamadığı başvuruların oransal olarak ağırlıkta KESK’e bağlı sendikalarımız üyelerinden olması ayrımcılık içerisinde ayrımcılıkla karşı karşıya olduğumuzun başka bir örneğidir.

İhraç edilenler arasında çoğunluğu sendikamız EĞİTİM SEN ve SES üyesi olan 400’den fazla Barış Akademisyeni bulunmaktadır. Anayasa Mahkemesi Barış Akademisyenlerinin tümü hakkında beraat kararı vermesine rağmen iktidara bağlı komisyon “AYM kararı bizi ilgilendirmez” diyerek göreve iade başvurularını ret etti.

OHAL ve sonrasında kayyumlar eliyle halkın seçme ve seçilme hakkı elinden alındı. Binlerce siyasetçi, belediye başkanları, avukatlar, öğrenciler, insan hakları mücadelesi yürüten aktivistler, basın emekçileri tutuklandılar. Canan Kaftancıoğlu kararı, HDP’ye yönelik kapatma davası, siyasi yasak kararları, sendikamız SES’e yönelik dava, Kobani davası gibi kumpas davalarıyla demokratik siyaset ve emek mücadelesinin büyümesi engellenmek istendi.

OHAL sürecinden bu yana tam anlamıyla bir anayasasızlaşma süreci yaşanmaktadır. OHAL uygulamaları eliyle Anayasa’nın 121, 129 ve 130. maddelerine aykırılık taşımasına rağmen KHK ile liste usulü ihraçlar yapıldı. Anayasa’nın 125. maddesi uyarınca idarenin her türlü eylem ve işlemleri yargı denetimine tabi iken KHK ile tesis edilen kamu görevinden çıkarma işlemleri için açılan davalarda incelenmeksizin ret kararları verildi. Hak arama özgürlüğü, savunma hakkı, masumiyet karinesi, adil yargılanma hakkı etkili başvuru yolu ihlal edilerek iktidara bağlı OHAL İşlemleri İnceleme Komisyonu kuruldu. Daha sonra da bu komisyonun ret ettiği başvurulara itirazları incelemek üzere HSK eliyle özel yetkili idare mahkemeleri kuruldu ve bu mahkemelerin kararları komisyonun kararlarını onaylamanın ötesine geçmedi. Anayasa 10. maddesindeki kanun önünde eşitlik hakkı, AİHS’in 14. maddesindeki ayrımcılığa uğramama hakkı, ILO’nun 111 sayılı iş ve meslekte ayrım görmeme hakkı bağlamında ihlal edildi.

Düşünce ve kanaat özgürlüğü hakkı, ifade özgürlüğü Anayasanın 25. maddesi ile AİHS’in 10. maddesi bağlamında ihlal edildi. Örgütlenme özgürlüğü Anayasanın 51 ve 53. maddeleri ile AİHS’in 11. maddesi, ILO’nun 158 sayılı sözleşmesi bağlamında ihlal edildi. Binlerce kamu görevlisi sendikal haklarını kullandıkları için ihraç edildiler. Özel hayata saygı hakkı, kişisel veriler Anayasanın 20. maddesi ile AİHS’in 8. maddesi bağlamında ihlal edildi. Çalışma hakkı Anayasanın 49 ve 50. maddeleri, BM Ekonomik Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi’nin 7. maddesi, ILO’nun 111 ve 158 sayılı sözleşmeleri bağlamında ihlal edildi. Toplanma ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı Anayasanın 34. maddesi ile AİHS’in 11. maddesi bağlamında ihlal edildi. Seyahat özgürlüğü hakkı, sadece suç isnat edilenler değil eş ve yakınlarının pasaport iptalleri ile Anayasanın 23. maddesi bağlamında ihlal edildi. Mülkiyet hakkı mal varlıklarına el konulması suretiyle Anayasanın 35. maddesi bağlamında ihlal edildi.

OHAL süreci aynı zamanda Tek Adam rejiminin kurum ve kurallarıyla kurumsallaştırılması için büyük bir fırsat olarak değerlendirildi.

20 Temmuz 2016’da ilan edilen ve 7 kez uzatılan OHAL iki yıl sonra 19 Temmuz 2018’de kaldırıldı. Ancak OHAL yetkilerini en az 3 yıl daha uzatan ve hukuksuz ihraçlara devamı sağlayan geçici 35. Maddeyi de içeren 7145 sayılı Bazı Kanun ve KHK’larda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 25 Temmuz 2018’de TBMM’de kabul edilmesiyle kesintisiz devam eden bir OHAL rejimi yaratıldı.

Temel hak ve özgürlüklerin askıya alınması süreci artarak devam etmektedir. İstanbul Sözleşmesinin hukuksuz şekilde feshedilmesi de OHAL rejimi sürecinin uygulamalarındandır.

Görüşmeleri Ekim 2022’ye ertelenen Sansür Yasası düzenlemesi iktidarın OHAL uygulamalarıyla dahi yetinmediğini, sıkıyönetime varan uygulamaları hayata geçirmeyi hedeflediğini kanıtlamaktadır.

Özellikle OHAL ile birlikte yargının giderek daha fazla siyasallaşarak iktidarın gündemi ve ihtiyaçları üzerinden hareket etmesi, çetelere, suç örgütlerine ve ifşaatlara ise kör sağır dilsiz olması ülkede gerek emekçiler ve gerekse yurttaşların büyük bir kesimi tarafından adalet arayışının yoğunlaşmasına yol açmıştır.

Gezi davası ve Şenyaşar Ailesinin mücadelesi bu adalet arayışın simgeleri olarak öne çıkmıştır.

Fiili OHAL ortamında inşa edilen Tek Adam Rejimi uygulamaları sonucunda toplumun birçok kesiminde adalete olan ihtiyac hiç olmadığı kadar temel bir talep haline getirmiştir.

Tek Adama dayalı rejimin fiili uygulamalarının anayasa üstü görüldüğü günümüzde temel mücadele alanlarının başında emek, demokrasi, eşitlik, barış ve adalet mücadelesi gelmektedir.

KESK olarak da sendikal hak ve özgürlüklere yönelik ihlallerin artmasına karşı ve KESK’li ihraç üyelerin görevlerine iade edilmelerine yönelik hukuki, fiili ve meşru mücadelemiz kesintisiz devam etmektedir.

Bu vesileyle, iktidar bloğunun temel hak ve özgürlükleri ayaklar altında alan, anayasayı hiçe sayan, yargıyı siyasallaştıran uygulamalarından rahatsız olan, başta çalışma hakkımızı elimizden alan hukuksuz ihraçlar olmak üzere bu uygulamalar nedeniyle mağdur olan, demokrasi, eşitlik, özgürlük, barış ve adalet talebi olan tüm kesimleri dayanışmaya çağırıyoruz.”

SERHAT OZAN YILDIRIM