Çok uzaklaştığım oldu bu ülkeden.

Dersim’den…

Öyle bir ülke ki anları hep kederli, dağları hep yaslı. Birbiri ardına yaslanmış, kederleri ile bir birliktelik sağlamış. Yüksektir dağları ülkemin; dumanlıdır hep. Bir yanı karlı, bir yanı bahar. Annelerinin ise elleri nasırlı, yüzleri kederli. Yürekleri yufka…

Bir hayli geç oldu ana, biraz zaman geçti. Acıların ilk günkü gibi taze değil belki ama hala yüzünden okunuyor kederin.

dsc_0069990001.jpg

 

Sana geldiğimde henüz tazeydi yaran ve kurumamıştı kanı ciğerinin. Taa yüzüne yansımıştı, seni derinden yaralayan, yarım bırakan o acı.

Lal olmuştu dilin, tek kelime çıkmıyordu ağzından. Yüreğin kanıyordu; sızlıyordu en derininde.

Gözlerinde biriktirdiğin yaşları bir an olsun tutma gayreti içerisindeydin hatırlıyorum.

Konuşuyordu herkes anlatıyordu bir bir olan biteni. Sen, ise öyle yarım öyle yetim bakıyordun ki, gözyaşlarınla. Yüzünün her çizgisine gömeceğini anlatıyordun sanki çevrendekilere yitirdiğin varlığını; hayatını.

Ellerin göğsünde bağlıydı. Bir evladı seviyor gibiydin.

Farkında mıydın bilmiyorum, yitirdiğinin başıydı göğsüne yatırdığın ve sen ona dokunuyordun. Seviyor, okşuyordun usul usul.

Öyle büyük bir çaresizlik içerisindeydin ki…

“Anlat acını ana” diye sana döndüğümde, sesinin titreyişinin farkındaydım, yüreğinin sızısını duyabiliyordum. Yaşadığın öyle bir acıydı ki..

Hala okuyabiliyorum gözlerinde, yüzünün her çizgisinde.

Herkesten, her şeyden sıyrılıp sana geliyorum. Sessizce kulak veriyor seni dinliyorum.

İçindeki acıyı dillendirmeni bekliyorum. Konuştukça sen, sessizleşiyor herkes.

Sana yabancı bir dilden, derdini anlatma çabası içerisine giriyorsun, sana çevrilen kameranın karşısında. Herkes anlasın diye çabalıyorsun yüreğinin acısını. Rahat ol ana, bil ki acının dili ortaktır. Anaların dili hele…

Sana sessiz kulak verişim ruhsuzluğumdan değil inan, anlattıkça sen; uzaklaşıyor terk ediyor bedenimi, uzak dağ başlarında ki çocukluğuma varıyor koşar adım, yalnız evlerde buluyor kendini, hayatın başlangıcı olan o toprak damlı şağ’lı (çamurla sıvalı) evde. Ölümünü görünüyor sonra. Yaşanmamış çocukluğunda ruhum…

İçim yangın yeri ana, sen konuştukça tutuşuyor her şey sessiz, çaresiz.

Biliyorum az sonra yollar yürüyecek ve uzaklaşacağım senden. Geldiğim gibi olmayacak gidişim. Bir keder yüklenmiş olacak yüreğimin derinliklerine. Eksilen yanını sırtlayıp birlikte götüreceğim yollarca. Bil ki yıllarca.

Ağır ağır gömeceğim yüreğimin dokunulmaz yerine. Zaman gelecek ve anımsayacağım. Unutturmamak için anlatacağım yüreğinin yüzüne yansıyan kederini. Öyle mazlum, öyle yetim kalışını, bir evladın ardı sıra nasıl sessiz çaresiz yas tuttuğunu…

Anlatacağım o güzel yüzüne düşen çizgileri.  Anlatacağım ki bilsin herkes ve duysun senin kederini.

Yüzünün öylesine kırışmadığını bilsin. Her çizgisinde aslında bir anlam olduğunu.

Öyle ki;

Kalmasın sende,

Ya da bende,

Kalmasın işte saklı yanımızda,

Gizlice,

Öylece...

Uzak dağ başlarında bir oyuncak uğruna ölüp giden evlatların kayda nasıl düştüğünü bilmem ama yüreklere nasıl bir acı saldığını çok iyi gördüm yüzünün çizgilerinde..

Şimdi dinlediğim her müzikte, kırıştığını görüyorum yüzümü, ellerimi...

Susuz kalmış çöller gibi.

 Kanıyor sonra yüreğim burnumdan sızıyor ve bir sıcaklık sarıyor üşüyen, titreyen dudaklarımı…