Cafer Solgun, Tunceli doğumlu. Yani Dersimli. CHP Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen’in Meclis kürsüsünden “1938’de müzakere edilmedi, gereği yapıldı” demeye getirerek; adını Çanakkale ile, Kurtuluş Savaşı ile, Kıbrıs ile aynı cümlede geçirerek “düşman” başlığı altında kategorize ettiği Dersim’den. CHP ve Öymen bir haftadır Alevi sivil toplum kuruluşları başta olmak üzere ayrımcılığa, inkarcı ve katliamcı zihniyete karşı olan herkesce kınanıyor, ayıplanıyor. Alevi Kürtler ‘yaramız kanıyor’ diyor. Cafer Solgun hatırlatıyor: “Geçmişle yüzleşilmeli ki yaralar iyileşsin”. Zaten kendisi, “Geçmişle, tarihle yüzleşmenin demokratikleşmenin olmazsa olmaz gereklerinden biri olduğu” inancıyla bir araya gelenlerin kurduğu Yüzleşme Derneği’nin başkanı. Munzur Aydın ve Sanatçılar Platformu’nun üyesi. Solgun “Alevilerin Kemalizmle İmtihanı” adlı kitabında, “Alevileri Cumhuriyetin, laikliğin bekçisi olarak gösteren sistemin bizzat kendisi Alevileri tanımıyor” diyor ve Alevileri kendi gerçekleriyle yüzleşmeye davet ediyor.

Aleviler için Dersim ne demek?

Çok şey demek. Öncelikle, Dersim Kızılbaş Alevilerin inanç merkezlerinden birisidir. O coğrafyadan gelip geçen devletlerin, imparatorlukların egemenlikleri altına alamadıkları bir coğrafyanın adıdır Dersim. Zulümden, katliamdan kaçan insanların sığındıkları bir “özgürlük adası” işlevi de görmüştür. Sonradan o coğrafyaya gelenler de bölgenin etnik ve inanç yapısına, herhangi bir baskı altında kalmadan, kuşkusuz kendi renklerini de katarak, adapte olmuşlardır. Dersim’deki Alevilik, doğayla barışık olmasıyla da özgün ve dikkate değerdir. Hayatı var ettiği ve kendisine yaşam imkanları, nimetleri sunduğu için suyuna, ormanına, dağına-taşına kutsal anlamlar atfeder, şükreder, minnet duyar.

• Temel duygu nedir Dersim’de?

Kürt ve Alevi olmaktır. Barış ve kardeşlik isteğidir.

• Tunceli, Cumhuriyet tarihimiz açısından bir simgeselliğe sahip. Geçmişi hatırlatan, yüzleşmekten korkulan, ama oraya bakmadıkça da varlığını koruyan... Aradan 72 yıl geçti. Uzun bir süre fakat, 1937-38’de Dersim’de yaşananlar Alevilerin yüreğini hala aynı şiddette mi yakıyor?

Yaşanan acının ne şiddetinde, ne yakıcılığında, ne de sahiciliğinde herhangi bir azalma veya soğuma olmamıştır. Nasıl olabilsin ki, o günden bugüne Dersimlilerin kuşaktan kuşağa taşıdıkları bu acıyı onaracak hiçbir şey yapılmamıştır ki... Bakın, resmi tarihin ezberlettiği söylem nedeniyle Dersim 37-38 olayı için “isyan” denir. Devletin diğer Kürt isyanların da olduğu gibi Dersim’deki isyanı da şiddetle bastırdığı sanılır. Halbuki öyle değildir. Dersim 38, planlı, programlı, tasarlanarak hayata geçirilmiş bir katliamdır.

ÇIBANBAŞI OLARAK GÖRÜLDÜ

• Nasıl? Bunu biraz açalım.

Olay Genelkurmay belgelerinde de “Dersim tedip ve tenkil harekatı” olarak adlandırılır. Dersim katliamı 1935’de, memleketimizin adının “Tunç Eli” olarak değiştirildiği “Tunceli Kanunu” ile başlamıştır. O dönemde hazırlanan tüm raporlarda Dersim “çıbanbaşı” olarak adlandırılmış, nasıl yok edileceğine dair her biri diğerinden korkunç, tüyler ürperten önermeler yapılmıştır. Sonuçta, bir tür “sömürge valisi” sıfatıyla, Kürt, Ermeni ve Alevi düşmanı olarak nam salmış Sakallı Nurettin Paşa’nın damadı General Abdullah Alpdoğan 4. Umumi Müfettiş olarak 1937’de bölgeye atandı ve katliam başladı. Aynı yılda Dersim’in inanç önderlerinden başta Seyit Rıza olmak üzere 8 kişi Elazığ’da, tarihte eşi benzeri görülmemiş bir yargılama sonucunda idam edildi. Şu kadarını söyleyeyim; Seyit Rıza’nın 18 yaşından küçük hasta oğlu Resik Hüseyin, babasına seyrettirilerek asılmıştır. Köyler yakılıp yıkılmış, kadın, çocuk ve yaşlıların da olduğu binlerce insan toplu katliama maruz kalmıştır. İhsan Sabri Çağlayangil’e ait olan ve yalanlanmayan ses kaydına göre, mağaralara doldurulan insanlar “kimyasal gaz” kullanılarak, Çağlayangil’in ifadesiyle “fare gibi” öldürülmüşlerdir.

• Yaşanan acıyı ilk günkü yakıcılığında tutan, yaraları iyileştirmeyen şey nedir?

Bakın, 15 Kasım 1937’de Elazığ Buğday Meydanı’nda idam edilen Seyit Rıza ve arkadaşlarının ölülerine ne yapıldığını bile hala bilmiyoruz. Yaygın rivayet, cesetlerin yakıldığı, küllerinin de Fırat’a savrulduğu yönünde. Seyit Rıza’nın torunu dedesinin mezarının nerede olduğuna dair yürüttüğü hukuk mücadelesinden halen bir sonuç alamadı. Mahkemeler başvurulara “kayıtlarımızda böyle bir şey yoktur” şeklinde cevap veriyor.

• Bu tutum acıyı öfkeye mi çeviriyor?

Açık ve kesin olarak: Dersimliler kimseye karşı kin, öfke veya intikam duyguları beslemiyor. Bu acılı tarihin hafızalarımızda taze olmasının nedeni, benzer tarihi gerçeklerde olduğu gibi, Dersim 38 olayıyla yüzleşilmemiş olmasıdır. Yaraların tedavi edilmesi, devlet ve toplum olarak Dersim 38 ile yüzleşilmesini gerekli, hatta kaçınılmaz kılıyor.

• Geçmişle yüzleşme ve topyekun demokratikleşme çabalarının sürdüğü bir dönemde Onur Öymen Meclis’te “Çanakkale Savaşı’nda 200 bin şehidimiz vardı, hepsinin anası ağladı. Kimse mücadeleyi durduralım demedi. Kurtuluş Savaşı’nda, Şeyh Sait isyanında, Dersim isyanında, Kıbrıs’ta analar ağlamadı mı? Siz terörle mücadeleden korkuyorsunuz?” dedi. Bunu diyerek aslında ne dedi?

Bu sözlerin anlamı Dersim katliamını, tartışılan Kürt sorunu konusunda bir “çözüm mantığı ve yöntemi” olarak önermekten başka bir şey değildir. Bu sözler ne tesadüfidir, ne yanlışlıkla ağızdan çıkmıştır. Öymen, sadece CHP’nin zihniyetini dillendirmiştir. Bunca tepki yaratması, eleştirilmesi de söz konusu inkarcı zihniyeti “doğrudan” bir üslupla ifade etmiş olmasından. Ben şaşırmadım ama demagojik söylemlerin etkisindeki Alevilerde şaşkınlık yarattı. Bu şaşkınlık, Alevilerin kendi gerçeklerini sorgulama süreci için de son derece etkili olmuştur.

CHP’NİN, ÖYMEN’İN ÇABASI NAFİLE

• Öymen konuşmasını savunarak “Kimseyi incitecek bir şey söylemedim” dedi?

Bizler ve kamuoyu Öymen’i gayet iyi ve doğru anladık. İnsanların algı ve anlayışlarıyla alay edercesine “öyle bir şey demedim” veya “yanlış anlaşıldım” diyerek durumu muğlaklaştırmaya çalışması nafiledir.

• CHP örgütünün telafi çabaları var.

Doyurucu bulmuyorum. Öymen’in konuşmasından sonra, bu partide Dersimli, Kürt, Alevi kimliğiyle siyaset yapanların bir gün daha fazla CHP’de kalmaması gerekir.

• Bu, Aleviler CHP’den kesin olarak kopacak demek mi yani; CHP ve Onur Öymen ne olursa Alevilerce affedilir?

Sadece Kürtler ve Aleviler açısından değil, bir bütün olarak CHP’nin Türkiye’ye karşı ciddi ve samimi bir özür borcu var. Bu özrün gereğinin yerine getirilmesi ise, bence, CHP’nin demokrasi ve özgürlükler konusunda köklü bir muhasebe yapmasını, köklü bir zihniyet dönüşümüne gitmesini gerekli kılıyor. CHP tarzı bir siyaset çağdışıdır ve sorunlarını demokrasi standartlarını yükselterek çözme çabasındaki Türkiye açısından da ciddi bir talihsizlik konusudur.

Alevilerin devlete karşı duygusu sadece korku

• TSK’nın toplumun farklı kesimlerine ait görüşleri olduğunu, kendilerinin yaptığı konuşmalardan açıklamalardan biliyoruz. TSK Alevileri “nasıl” görüyor?

Geçen ay Eruh’ta çatışmada hayatını kaybeden askerlerden biri, Amasya’lı bir Alevi olan Başçavuş Murat Taş idi. Cenaze ailesince Alibeyköy Cemevi’ne getirildi, tören henüz başlamışken, bir yarbay gelip “resmi tören camide yapılacak” diyerek cenazeyi götürdü. Bu, Alevi toplumunu çok sarstı. Bu olay TSK’nın Alevilere bakışını çarpıcı şekilde gösteriyor. Genelkurmay İstihbarat Okulu’nda istihbarat subaylarına Aleviler nasıl öğretiliyor, biliyor musunuz: “Aşırı sağ, sol terör örgütleri ve tarikatlar” başlığı altında.

• Aleviler TSK’yı nasıl görüyor?

TSK, kendisini “kurucu, koruyucu, kollayıcı” olmakla misyonlandırmış bir ordu. Herhangi bir ülkenin herhangi bir ordusu gibi değil yani. Bu durumun yol açtığı sonuçların Türkiye’ye nasıl zarar verdiğini herkes görüyor. “Demokrasiye komplo” belgesini ve gelişmeleri de bu kapsamda görmek gerek. TSK’nın İç Hizmet Yönetmeliği’nin 35. maddesi, TSK’nın “koruma-kollama” misyonuna yasal dayanak oluşturuyor. O madde oradayken, askeri darbelerle geniş anlamda hesaplaşmak, yüzleşmek imkanı da tam olarak bulunamıyor. Aynı şekilde “ordu siyasete karışmasın” demek de tam ve kesin bir sonuç yaratmıyor, yaratamıyor.

• Bunların Alevilerle ‘özel’ ilgisi ne?

Bunun Alevilerle çok yakından bağlantısı var. Aleviler konusunda devletin diğer kurumları gibi TSK da yıllarca adı konulmamış ayrımcı uygulamaların sahibi olmuştur. Ama ne zamanki “öncelikli tehdit ve tehlike” konseptinde “irtica tehlikesi” diye bir “tehlike” saptaması yapıldı, o zaman Aleviler keşfedildi. “Türkiye laiktir laik kalacak” sloganını en gür sesle Alevilerin atması istendi. Aleviler “laik-anti laik” kutuplaşmasında, laikçiliğin “kitlesi” haline getirilmek istendi. Fakat şu acayipliğe bakın ki, Alevilerin “teminatı” oldukları söylenen bu laik sistem, Alevileri tanımıyor bile! Alevilerin orduya güven duydukları söylenir hep. Oysa bu işin görünen boyutudur. Gerçekte Alevilerin TSK’ya ve bir bütün olarak devlete karşı içlerindeki duygu, korkudan başka bir şey değildir. Bu korkunun sebebi ise, ancak öncelikle Dersim katliamına ve yakın siyasi tarihimiz boyunca maruz kaldığımız diğer katliamlara bakılarak doğru anlaşılabilir...

Aleviler artık sistemle ilişkilerini sorguluyor  

• Hükümet bir yandan da Alevi açılımı yapıyor. Çalıştay nasıl gidiyor sizce?

Çalıştayların en önemli sonucu, ilk kez devletin, devleti temsil eden birilerinin Alevilerle doğrudan görüşmesi, istemlerini dinlemesidir. Hemen adım gereken konular varken durumun netleşmemesi eleştirilere neden oldu tabi.

• Mesela neler yapılabilir hemen?

Madımak Oteli müze olarak düzenlenebilir. Cemevleri yasal statüye kavuşturulabilir. Çözüme dair umudun boşa çıkarılmaması için, sözlerle birlikte somut icraatlar da gerekiyor.

• Süreçten nasıl bir sonuç bekliyorsunuz?  

Diyanet’in kaldırılması halinde bile, meselenin kesin çözüldüğünü düşünmemek gerekir. Sorunun, uzun bir tarihi süreç içerisinde oluşmuş toplumsal önyargılarla ilgili boyutları da var. Çare ve çözüm, gerçek bir demokrasidedir. Bunun herkesce içselleştirilmesindedir.

• 22 Temmuz’a kadar CHP’nin bölgede en çok oy aldığı illerin başında Tunceli geliyordu. Sonra ne oldu da yollar ayrıldı?

22 Temmuz’a dek CHP iki milletvekilliğinin ikisini veya en az birini kazanırdı. 2007’de ilk kez vekil çıkaramadı. Nedeni artık açıkça ortaya çıktığı gibi CHP’nin gerek Kürt sorunu, gerekse Türkiye’nin demokratikleşme sorunları karşısında takındığı çözümsüzlüğün, mevcut statükonun sürüp gitmesinden yana tutumu. CHP’nin ve CHP’de ifadesini bulan resmi ideoloji zihniyeti, Ankara’nın doğusunda kendisine kolay kolay kitlesel bir karşılık bulamayacak.

• Alevilerin sistemle ilişkisi mi değişiyor?

Alevilerde “şeriat korkusu” yaratmak, “laiklik elden gidiyor” demagojisiyle Alevileri, kendilerine ait olmayan kimi kaygılarla kendisine bağlamak çabası şeklinde cereyan eden “mesnetsiz” bir durum var. Ama artık Aleviler hem bu ilişkiyi sorguluyorlar, hem kendi kimlik ve değerlerini, taleplerini sahiplenmede geçmişe kıyasla daha duyarlı bir noktaya geldiler. 

Memleketimize Tunceli değil hep Dersim dedik 

• Dersim olaylarına karşı düzenlenen harekatın adı “Tunç Eli” idi. Sonra bu isim şehre verildi. Tunceli ismi Tunceliler’ce benimsendi mi?

Hiçbir zaman benimsenmedi. Biz memleketimize her zaman “Dersim” dedik. Tabii, tıpkı “Kürt” demek gibi, “Dersim” demenin de yasak olduğu yıllar yaşadık. “Dersim” adını taşıyan ne bir dernek, ne de ticari bir işletme kurmak mümkündü. Bir süredir memleketimize “Dersim” diyebiliyor olmaktan dolayı son derece hoşnutuz. Bu hoşnutluğumuz, gerçekte bir operasyon adı olan “Tunç Eli” adından kurtulduğumuz zaman daha da artacak elbette.

Gül, müfettiş gibi gitmedi, sevildi 

• Atatürk Tunceli’yi 7 Kasım 1937’de ziyaret ediyor; Dersim olaylarının bastırılmasından bir yıl sonra, vefatından bir yıl önce. Cumhurbaşkanı Gül de 5 Kasımda ziyaret etti Tunceli’yi. Son Cumhurbaşkanı ziyaretinin üzerinden 19 yıl geçmişken! Gül’ün ziyareti ‘Dersim’liler için ne anlam ifade ediyor?

Gül’ün ziyareti insanlarımızda “hatırlanmış olmaktan” dolayı heyecan yarattı. Kapsayıcı, kucaklayıcı bir dil kullanmaya özen gösteren ve “farklılıklar zenginliğimizdir” mesajı veren Gül’e büyük ilgi gösterildi. Gül’ün Dersim ziyaretindeki en önemli “fotoğraf” ise, cemevini ziyaret etmesi oldu tabii ki. Sayın Gül, cemevine bir “devlet başkanı” veya oraları denetlemeye gelmiş bir “müfettiş” edasıyla değil, cemaatten herhangi bir birey gibi davranmaya özen göstererek gitti. Aksi yöndeki ısrarlara rağmen ayakkabılarını çıkardı... Bu da “Gül farkı” oldu. Bu farkın kendisine iletilen sorun ve talepler noktasında da kendisini göstereceğini düşünüyor, en azından bunu diliyorum...