BİRİNCİ OLDUK

    Hafta sonuydu. Uzak bir ilde okuyan ressam torunum, RONYA, bir haftalık ara tatilini geçirmiş. Okuluna dönüyordu. Gitmeden, yakınımızdaki Torunlarımın hepsini alıp, büyük anneleriyle birlikte yemekte buluşmak için, doğaya, Pülümür Vadisine açıldık. Yol oldukça kalabalıktı. Anlaşılan, bizim gibi doğayla buluşmak isteyenler çoktu. Pülümür çayı, sessizliğe bürünmüş, kimsesizce, sessizce akıyordu. Yazın sıcak geçen aylarda, ünlü deniz plajları, kadar ziyaretçileri vardı. Şimdilerde, kimsecikler, yoktu. Yalnızdı. Sessizce akıyordu. Doğa ağırlıklı olarak sarı renge boyanmıştı. Dökülen yapraklar, toprağı, süslü bir yorgan gibi örtmüştü. Nehre bakan yamaçlarda, duymak istediğim kınalı kekliklerin sesi yoktu. Doğa katilleri, susturmuş olmalılardı. Doğamızın ünlü renkleri, zenginliği, DAĞ KEÇİLERİDE, görünürlerde yoklardı.
    Biz doğayla buluşmanın sevincini yaşarken, telefonum çaldı. Kendi köyümden duyarlı bir komşum aramıştı. Benim doğa konusunda hassasiyetimi bildiği için aramıştı. Köyümüzün karşısında Nehrin öte yakasında silah sesleri geliyormuş. Orası BURMAGEÇİT Köyü sınırları içinde bir alan, Hemen her yıl o köyden doğa katilleri, o alanda doğa katliamı yaparlar. Göç yolu üzerinde olduğundan, çok sayıda tür. Orada konaklar. Defalarca dile getirdiğim halde, engellenemedi. Doğadan sorumlu yetkililer, köyün muhtarı ile görüşüp bu katliamı engelleyebilirler.
     MARÇİK lokantası, yılların tanıdık bir mekânıydı. Doksanlı yıllarda, vadinin ünlü bir buluşma yeri, mekânıydı. Avlanan balıklar, Orada ızgara yapılır. Rakılar içilirdi.
     Padişah DENİZİN babasının anılarıyla dolu bir mekândı. Acımasız kader, kendisini çok seven babasını, kendisinden almıştı. Yıllardı. BABA kelimesini ağzına alamıyordu.  Bir ömür de almayacaktı.  Mekâna, sonsuza dek, bizi bırakıp giden sevgisine doyamadığımızı görmek için giderim. Her gidişimde sevgisine doyamadığımızla, orada buluşuruz. Konuşuruz da, Onu, balıkları ızgara ederken seyrederim. Doyamam onu seyretmeye, Yalnız o Mekânı mı, Vadinin her köşesinde onun ayak izleri vardır. Nehirde olta atarken izlerim.
   Onun hasreti hiç bitmez. Sonsuza dek.
  
     Nihayet BİRİNCİ DE, olduk.
     Dünyayı kasıp kavuran CORONA Canavarına, ülkemizde, en çok ev sahipliği yapan il olduk. Her gün hızla yayılarak, ilimizi, işgal edip, zirveye çıkardı. Hastanemizi bulaştırdığı hastalarla doldurdu. En çok yıkıp, yıktığı geçen yıl, bile hastanemizi bu günkü kadar işgal etmemişti. Tunceli halkıyla buluşmamıştı.
     Bir önceki yazılarımda, ısrarla tehlikenin giderek büyüyerek geldiğini, aksatmadan tedbir almamız gerektiğini yazmıştım. Alınması gereken tedbirleri almadığımızdan, tehlike giderek büyümüştü.
    Doğu, Güney doğu iller, arasında, harita üzerinde, en çok aşı yaptırmış il olarak, övünürken, Vakanın en çok hızla yayıldığı il olarak ülke çapında zirveye çıkmıştık.
   Bu bize yakışmamıştı. Ben,’ acaba dışarıdan gelen üniversite öğrencilerimi bizi birinci yaptı diye.’ Sorarken, beni dinleyen arkadaş, ’Niye bizim sokaklar dolu maskesiz, duyarsızların, payı, suçu yok mu? ’Diye benimde paylaştığım, haklı bir iddiayı dile getirdi.
     Yetkililere, bir kez daha çağrıda bulunuyorum. Bizi, o zirveden indirecek tedbirleri geciktirmeden alınız. Bize, Tunceli Halkına yakışır bir birincilik değildir. Hala sokaklar, kapalı alanlar, maskesiz duyarsız, magandalarla dolu. Bunları lütfen uyarınız. Hatta cezalandırınız. Aşı yapma hakkı doğmuş, yaptırmamışları, yaptırmak istemeyenleri, sizde Avrupa devletleri gibi cezalandırınız. Topluma sokmayınız.
    Yeter bıktık bu işkenceden.