BİR YAZ GÜNÜNDE

   Yazdan kalan bir yaz günüydü. Güneş ışınları, yazın olduğu gibi, dikey gelmiyordu. Yataydı.
Yaz günü gibi ısıtıp yakmıyordu. Benzetme, derler ya, Yazdan kalma bir gün gibi ısıtıyordu.
 Günlerdi. Kışın ortasında, yazdan kalma günleri yaşıyorduk. Yıllardır. Hatta onlarca yıldır. Yaşanmayan Görülmeyen bir kış yaşıyorduk.
   Köyde yaşadığımız çocukluk yıllarında, kar o kadar çok yağardı ki, oturduğumuz toprak damlar, kardan gözükmediği gibi, çökeceği endişesi yaşanırdı. Babamız, abilerimiz, nerdeyse bütün günü, damdaki, evin önünü, kapatan, karları, temizlemekle geçirirlerdi.
    Tunceli’ye ilk taşındığımız yıl ,tek katlı bir evde kalıyorduk. Bütün gece, kar yağıyordu. Bir türlü sabah olmuyordu. Hala karanlıktaydık. Okuldaki görevimize gidecektik. Ev halkı tümden uyanmış aydınlanmayı bekliyorduk. Bir türlü aydınlanmıyordu. Saate baktık. Saat On. Kar, evimizi tümden kapatmıştı. Evimize ışık girmiyordu. Günün farkına varamamıştık.
    Bu kadar çok kar yağan mevsimleri yaşamıştık ki, Kışın ortasında, yazı, sıcak güneşli günleri, yaşamamıştık. Herkes şakındı. Geleceğin korkutucu olacağı, kuşkusu, korkusu vardı.
   Yazdan kalma sıcak günlerde, günlük yürüyüşümü, TUNCAY SONEL PARKINDA, yaptım. Güneşli sıcak günlerden biriydi. Parkın etrafında park etmiş, dizili araçlar vardı. Parkın ziyaretçileri çok olmalıydı. Çocuk sesleri ta uzaklardan duyuluyordu.
   Tunceli şehrine güzellik katmış park, kışın ortasında, Sonbahar mevsimini yaşıyordu. Ağırlıklı yeşille sarı, renkler, parkı, karışık renkli bir tablo gibi süslemişlerdi. Yanı başında, boydan boya akan MUNZUR Nehrinin, suyu, azaldığından, bir çay kadar küçülmüş, bütün kirliliğinden arınmış, gibi berrak akıyordu.
       Kışın ortasında, hala, MUNZUR’U, doğuran, besleyen, MUNZUR DAĞLARINA, kar yağmamıştı. İyice azalmıştı. Azaldığını, ta Amerika’dan gören bir DERSİMLİ telefonla beni arıyordu. ‘MUNZUR’U, niye bu kadar kuruttunuz, Kurursa, O, ünlü vadideki canlılar, nasıl yaşarlar. Siz DERSİMLİLER, nasıl yaşarsınız. Basra Körfezine kadar uzanan coğrafyadaki canlılar, nasıl yaşarlar. Bırakmayın, gözelerden su alınıp satılmasın.’ Diyordu.
     MUNZURUN,  dibindeki taşlar, iyice görünüyordu. Baraj canavarının, çekilmesi ile meydana çıkan adacıklar, martılara, konaklama yeri olmuştu. Topluca güneşleniyorlardı. Zaman zaman nehrin üstünde boydan boya süzülerek, suda balık arıyorlardı. Siyah karakargalar, ziyaretçilerle, arkadaş gibi, atacakları, düşürecekleri, bir yiyeceği kapmak için çevrelerinde dolanıp duruyorlardı. Parkı mesken edinmiş köpeklerde vardı. Çimlere yatmış, güneşin tadını çıkarıyorlardı. Ziyaretçiler, gittiğinde, çöp kutularına, atılan yiyecekleri, yemek istediklerinde, ortalığı, parkı, kirleteceklerdi.
    Park, ziyaretçileriyle doluydu. Yürüyüş yapmak için gelenlerin yanında piknik yapmak için gelenler çoktu. Çocuklar, parka, renk katmışlardı. Anne babaları ile birlikte çimlerin üstünde topla oynayan çocukların, neşeli çığlıkları, Munzur’un, martıların, sesini bastırmıştı. Çimlerin üstünde, kedisi ile piknik yapan, kedisi ile oynayan, koşturan küçük kız, parka, ayrı bir renk katmıştı. Spor aletleri ile dolu parkta, spor parkları, aletleri de boş değildi. Munzur’un, karşı yakasında, kıyısındaki, ziyaretçileriyle ünlü kafeler kapatılmıştı. DERSİM SAHİLDE, de kimsecikler, jet skiye ler, yoktu. Baraj çekilince onlarda çekilmişlerdi.
  Yürüyüş yapanların çoğu bayanlardı. Yüzleri maske ile kapalıydı. Açık havaya, mesafeye rağmen kurallara uyuluyordu.
   Parkı boydan boya, iki kez arşınlamıştım. Üç bin adımın üstünde yürümüştüm. Günlük yeterdi. Ünlü bir tablo kadar güzel parktan ayrılırken, parkı, Tunceli Halkına, armağan eden TUNCAY SONELE, bir kez daha teşekkür ettim. Tunceli Halkı onunla bir şans yakalamıştı. İyi ki Tunceli’ye Vali olmuştu.
      Önümde boydan boya uzanan tek yönlü ara bir sokak, cadde. Yaya kaldırımları olmayan, kullanılamayan, bir cadde, caddeyi boydan boya, arşınladığım süre içinde, sadece iki yaya insanı cadde de görürken, beni saniyede peş, peşe, geçen araçları saymak mümkün değildi.
     Anlaşılan, motorlu taşıt araçları, artık yaşamı daraltmış, çekilmez kılmıştı. Onların egzoz gazları ,atmosferi zehirlemiş. Kurutmuş olmalı ki, yağmurlar, artık, yağmaz olmuştu. Kuraklık kapıya dayanmıştı.
     Korkulu bir rüya gibi.
     +    +    +
   Bu yazıyı yazarken, gazete yerime gelen bir arkadaş, Hastanede yattığını, tedavi gördüğünü bildiğimiz PERTEKLİ Avukat ENVER DOĞANIN, vefat ettiği haberini verdi. Üzücü bir haberdi. Biz, ona, bir an önce iyileşmesi için dua ederken, onu kaybetmek haberi, bizi çok üzmüştü.
    Pertek ilçesinin, saygın renkli bir yüzüydü. Küçükte olsa bir fabrika kurmuştu. İnsanlara iş kapısı açmıştı. Köylülerin ürettikleri ürünlerini değerlendiren para ettiren biriydi. Sıcak gülen yüzlü, mütevazı bir insandı. İlçenin ünlü avukatıydı. Kapısı herkese açıktı. Dostumuzdu.
    İnsan gibi insandı.
    Allah rahmet etsin.
    Hepimizin başı sağ olsun.