Sokaklar, tenhaydı. Hafta içi kalabalığı yoktu. Arabalar her günkü gibi sokaklarda, caddelerde, işgallerini sürdürüyorlardı. Onlar, artık yaşamın vaz geçilmezleri olmuşlardı. Sokaklarda rahatça yürümeyi yasaklamışlardı. Sokakların iki yakasını tutmuş işgal etmişlerdi. Kaldırımlar da, çoğunlukla işgal edildiklerinden, yayalar sokağa taşmışlardı.
    Pazar günüydü. Şehir, tenhalaşmıştı. Munzur, Pülümür vadilerine akın, erkenden başlamış olmalıydı. Kuraklıktan dolayı giderek suyu azalan Munzur’la, Pülümür Çaylarının çevresi, Pazar günleri, doğayla baş başa kalmak isteyen, sevenleriyle dolup taşıyormuş. Bazı doğa seferler, arkada, kirlilik bırakmamaya özen gösterirken, bazı piknikçiler, dış illerden gelenler, arkalarında. Kirlilik bırakarak doğaseverleri üzmektelermiş. Milletvekilimiz, Hasan GÖYÜLDAR Beyi bağa gelmeleri için aradım. ‘Munzur Vadisinde, HALBORİ Gözelerinde, piknik yapıyorlarmış. Uluslararası bir bankanın Genel Müdürü Oğulları, ÖZGÜR Bey, DERSİM’İ, oltayla balık avlamayı, özlemiş gelmiş. Özgür Bey, balık avlarken GÖYÜLDAR ailesi HALBORİ Gözelerinde piknik yapıyorlarmış. HALBORİYİ sordum. Oturulacak, yer kalmayacak kadar dolu.’ Diyordu.    
     DERSİM’İ, görmek isteyen turistleri getiren otobüs, SEYİT RIZA Parkının karşısında park etmişti. Ziyaretçiler, çevreye dağılmışlardı. SEYİT RIZAY’I, merak edip görmek isteyenler, onunla hatıra resimleri çektirirken, bir kısmı da tepeden MUNZUR’U, seyrediyorlardı. Birkaç gurup ta Otobüse yakın kurulu pazarcılardan alışveriş yapıyorlardı, Parkın sakinleri köpekler, parkta birbirleriyle oynuyorlardı. Ziyaretçilerde, onlardan korkmuyorlardı. Ünlü DERSİM MÜZESİ kapılarını açmış. Ziyaretçi bekliyordu.
   Gazete dağıtımı bitince Muhabbet Hanımla, köye gitmek için düştük yola. Şehir içinde Pazar olmasına rağmen, trafik hala yoğundu.
   Geçtiğimiz köylerde, çevrede, âdeta bir sessizlik vardı. Tarlalarda kimseler yoktu. Bir kaç yerde koyun sürüleri vardı. Uzun Çayır Baraj suyu tuttuğundan, bir zamanlar, içinde yüzdüğümüz, balık avladığımız, haşmetli Munzur Suyu kurumuştu. Yatağında bıraktığı küçük göllerdeki balıkları avlamak isteyen martılar, kuşlar göllerin çevresini kuşatmış, inip kalkıyorlardı. Görüntü çok üzücü, korkutucuydu. Kuraklığın resmi gibiydi. Keban baraj suyunun çekilmesiyle, nehrin sağındaki solundaki geniş alanlar, büyük bir tarım alanları oluşturmuştu. Köylüler, bir zamanlar, Keban Barajına, terk ettikleri verdikleri tarım alanlarına, tekrar dönmüşlerdi, kuraklıktan her taraf sararıp solarken, suyun çekildiği, alanlar yeşildi. Köylüler ekmişlerdi. Yeşertmişlerdi. Sulamayı da barajın saldığı sudan yapıyorlardı.  
   Bağ sessizdi. Komşumuz LEYLEK göç etmiş gitmişti. Yuvası boştu. Artık yuvada boyunlarını uzatan, uçuş talimi alan, kanatlarını çırpan yavrular yoktu. Boş yuvası. Bağın önemli bir resmi manzarası gibiydi.
    Bu yıl, hafta sonlarının dışında konaklamadığımız, bağı, kanatlılar, kuşlar, serçeler, bize küserek terk etmişlerdi. Geldiğimizi, haber alan sahipsiz, kimsesiz kediler, koşarak gelmişlerdi. Öncelikli görevimiz onları doyurmaktı. Elle dokunmamıza izin vermiyorlardı. Bakışlarıyla, sevgimizi alıyorlardı.
   Sonbahar, ayı olmasına rağmen, sıcaklar, hala yakıyordu. Ara sıra esen rüzgâr, serinletiyordu. Kuraklık bütün doğada varlığını sürdürüyordu. Susuzluk, doğayı kurutmuştu. Ağaçların sararan solan yaprakları, mevsimi, gelmeden dökülüyordu. Kuraklık, kurutmuştu. Su içmeyen meyvelerin meyvesi, küçülmüş, buruşmuştu. Meyvelerin boynu büküktü.
   Issız bağı terk eden kargalardan biri biraz ötemizde incirlerin arkasında çığlık atıp duruyordu. Varlığı, bizi sevindirirken, bağrışması bir haber olmalıydı. Daha çok yılanları, gördüklerinde çığlık atarlardı. Uzun zamandı. Bir kaç yıldı, bağın sakinlerinden olan, çokça sevdiğim yılanları görememiştim.’ Acaba,’ diye koştum.  Uçtuğu yere çevreye baktım. Yoktu. Yâda kaçıp saklanmıştı. Bağın sakinini görememiştim.
     Serçelerde insansız bağı terk etmişlerdi. Onlarda yoktu. Onlarında cıvıltılarını da özlemiştik. Yiyecek kapmak için koşuşturmalarını, suda kanat çırparak yıkanmalarını, özlemiştik. Yoklardı.
    Karıncalar, dizilmiş, harıl, harıl, kervan benzeri yuvalarına yiyecek taşıyorlardı. Onlara basmamak için adımlarımızı seçerek atıyorduk. Onları, büyük bir sevgiyle izliyordum. Tanrının yarattığı, birer şaheserlerdi.
   Sonbahar gelmişti. Sıcaklar, hala yakıyordu.
   Kuraklık kapıdaydı.