Barışın olmadığı yerde bayram olur mu?

Kurban Bayramı yaklaşırken bir telaştır gidiyor.  Devletin ileri gelenleri başta olmak üzere devlet kurumları, şimdilikten bayram mesajlarını yayınlamaya hazırlanırken; inanıyorum ki “ Mutlu, sağlıklı, huzurlu” bir yaşam dileyeceklerdir. Tabi bu arada vicdan sahibi bazı sivil toplum örgütleri mutlaka içinde “Barış” kelimesinin yer aldığı bir seslenişte bulunacaklardır. Yani olması gerektiği gibi.

Bu arada bayram nedir? Niçin kutlanır? Bayram var mıdır? Tüm bu soruların cevabı, tarihin bir türlü karşılaşılmak istenmeyen ve her defasında inkar edilmeye çalışılan ama bir türlü yok edilemeyen gerçekliğinde yatmaktadır. Dini temelde kendini var etmeye çalışan Kurban Bayramı aslında, tek Tanrılı dinlerden önce, günümüzde olduğu gibi olmasa da var olan ve insanın kendini var etme mücadelesinin bir eylemi olarak karşımıza çıkmaktadır. Her ne kadar bugün dinler kendi arasında, Tanrıya ben daha yakınım sevdası ile bir Kurban yarışı içerisinde, insanlığın Tanrılar karşısındaki zaferini kapatmaya çalışsalar da tam anlamı ile başarı elde etmiş sayılmazlar.

 Kurban Bayramı olarak kutlanan ama işin ilginç yanı neyin zaferi olarak kutlandığı hâla bir türlü anlaşılamayan, sınırsız canlının feda edildiği bir bayram! Dinlerin bu konu ile ilgili kısa tarihine bakacak olursak; İbrahim Peygamberin Tanrıya olan dileği ve bunun sonucunda samimiyet testinden geçen İbrahim Peygamberin oğlu İsahak( Tevrat’ta İshak geçer) veya İsmail( İslam dini, İsmail der. Fakat Kur’an’da açık net olarak geçmemesine rağmen, İslam inancın da İsmail olgusu hakimdir. Bunda İsmail’in Annesi Hacer’in Arap olmasının, etkili olduğu gerçeğini bir tarafa bırakalım şimdilik.) evlatlarını Tanrıya adaması ve bu sırada bir koçun gayıptan gelmesi ile başlayan bir süreç olarak karşımıza çıkar. Kur’an’da en kısa sure olan,  Kevser Suresinde de geçtiğine inanılan Tanrının bir emri olarak günümüze kadar dini bir farziyet içinde uygulanmaktadır. Tabi söz konu sure ile ilgili birçok farklı meal bulunmaktadır. Bu konuda farklı İslami yaklaşımlar başta olmak üzere, bir çok düşünce akımında da hakim olan veya hakim olması gereken yaklaşımın “ Yakınlaşmak” kelimesinde yattığı gerçeği göz ardı edilmemelidir. Teolojik tartışmaları bir yana bırakırsak. Üzerinde durmamız gereken o kutsal sesleniş; “ Yakınlaşmak”!..

Peki, kime Yakınlaşmak ve Niçin Yakınlaşmak?

Yakınlaşmak deyince Anadolu’nun büyük ozanı Koca Yunusun “Gelin Tanış olalım..” sözü hemen kulağımızda yankılanır.  Evet, yakınlaşalım, ama Hakkın dediği gibi “ Ey sevgili, ben gizli bir hazine idim bilinmek istedim.” arayışı ile, “ Bir mazlumu katleden cümle alemi katletmiştir.” İlkesi ile kimseyi kırmadan, incitmeden, öldürmeden ve “ Ben size şah damarınızdan daha yakınım” hedefi ile bize bizden daha yakın olan Hakkı ve Hakikati keşfetmek; Kesretten Vahdeti var etmek  için, YAKINLAŞMALIYIZ. Uzaklaştıkça düşmanlık artar, uzaklaştıkça Hakta bizden uzaklaşır; Hakkın uzaklaştığı yere, zulüm gelir, kan gelir, gözyaşı gelir, savaş gelir. Uzaklaşmak ise “Komşusu aç iken, tok yatan bizden değildir.” sınavının kaybedildiğinin en somut göstergesidir.

Gelin önce biz bize yakınlaşalım, tanışalım, muhabbet edelim. Kul Kuldan razı ise Hakta kulundan razı olur. Hak kuldan razı ise rızalık vardır. Rızalık varsa Hak vardır. Hak varsa; sevgi vardır, Barış vardır. Kardeşlik vardır.

Barışın olmadığı yerde, sevgi yoktur, rızalık yoktur, kardeşlik yoktur, muhabbet yoktur. Yani Hak yoktur. Hak yoksa hakikat yoktur.  Hakikatin olmadığı bir bayram olmaz. Olmayan bir şeyi kutlamak ise;  en sade ifade ile aklın tutulması, vicdanın lal olmasıdır.

Bizim Bayramımız BARIŞTIR.