Gözleri kanayan bir mevsimden geçiyoruz. Mevsimin sıcaklığı yangınlar içmiş bir coğrafyanın kaderinde,  ihaneti ve korkuyu gelecek taze günlerin  şafağına bırakabilecek mi? Uçurumların kenarında asılı duran kimliksiz,sade ve korkularla dolu yaşamları geleceğe yamamak adına her mevsim olduğu gibi bu mevsimde de kırıştırılıp bir kenara atılacak mı umutlar.

Bir çığlık ki,kulakları sağır edercesine yükseliyor.Yürekleri yanan,evlat acısını yaşayan,düşlerini sürgünlerde arayan,kimliksiz,isimsiz ve bir o kadar da karmaşık duygular yaşayanların çığlığı.Bu çığlıkları duyan var mı bilmiyorum, ama ben yüreğimin derinliklerinde hissediyorum.Oysa bu ses duyulmalı,duyacaklardır da.Bu ses bilge sessizliklerdir.Soruna şaşı gözle bakmayanların,gizemli ilişkileri avlamayanların, verimsizleşip kısırlaşmayanların yüreğinden kopup gelen bir türküdür,şiirdir,destandır ve yazılmayanların öyküsüdür.Kurbağalıklarını örtmek için boğa taklidi yapmaya ve bu bataklığın devamında yarar sağlayanların ne zaman kadar ağız kokularını çekeceğimizi.

Maalesef birileri kendi ihtirasları için maneviyatlarını  arenaya çevirmiş durumdalar.Bazen ne zamana kadar sürecek,bu yalnızlık,yabancılaşma,kin-nefret diye düşünmekten kendimi alamıyorum.Gerçek bütün çıplaklığıyla ortada iken,sorun acaba çaresizlik ve başarısızlıklarımızı kabul etmeme de mi yatıyor? Ya da bu ülkeyi mezarlığa çevirmeye niyetli kişilerin hastalıklı psikolojileri mi barışın yolunu tıkıyor?Yaşamışlıkların getirdiği acılar yetmiyor mu?Bütün bu olumsuzlukların geçici çözümler ve geçici sevgiler yerine, olgun, kusursuz ve saf çözüm ve sevgilerle üstesinden gelemez miyiz?Benim gibi aynı duyguyu veya aynı ikilemleri yaşayanlar vardır sanırım.      

Oysa  zaman yanıltmayı amaçlayan,kimliklere yasak koyan ve idealleri bozulmuş bir toplum yaratmak için bilgileri, kaynakları kirletenlerle doludur. Çevremizde gelişen olayları görmemeye, duymamaya zorlayanlar ve bunun karşısında susma sanatıyla insanlığını aramaya çıkanların karşısında, biz sevgimiz yok sayılmış,reddedilmiş ve ihanete uğramış olarak da bulabiliriz kendimizi.

 

            Zaman keskin bir bıçak gibi acıtıyor tenimizi ve ruhumuzu.Farkında olmadığımız ya da olamadığımız devinimler tutuştururken her yanımızı, bizler umutlarımızı daldığımız sokakların kuytuluklarında  bırakmanın telaşındayız. Halbuki; sonradan farkında olduğumuz toplumsal tsunamiler çoktan yutmuş olacak çirkinliklerle parçaladığımız yüzlerimizi. Konuşuyor, yapamıyoruz. Yürüyoruz ama hedefe varamamanın şaşkınlığı yansıyor yüzlerimizden.Törpülenen umutlarımıza sığınacak bir liman arıyoruz.Yeniden ayrılık peronları,yeniden kimlikler ve her seferinde ölü doğan umutlar olmasın istiyoruz.

 

 

 

            Nasılsa zulalarımızda arıttığımız umudumuzun son damlasını bir gülü koklayacak güne sakladık sanırım.Ya da gelecek günün aydınlığına.Yeter ki; bir zamanlar ekmeği paylaştığımız acıyı paylaştığımız günlerin hatırına içimizdeki barış güvercinlerini yanlış diyarlara uçurmayalım. Çünkü ömrümüz her gülü koklamaya yetmeyecek...

Hüseyin KAYA