Biz insanlar, diğer türlerden daha fazla etki yaratıyoruz Dünya üzerinde. Doğa, hala bizlere gıda, giyim, ilaç, barınma, enerji ve diğer kaynakları sağlıyor, ancak ekosistemlerin ve birçok bitki ve hayvan türünün azaldığını, hatta yok olduğunu görüyoruz.

Avrupa, dünyanın en yoğun nüfuslu bölgelerinden birisi ve tüketici alışkanlıkları, doğanın sömürülmesine ve bu da israfın artmasına yol açıyor. Bu durum, Avrupalıların da etkilenmesine neden oluyor ve atık sorunlarıyla ilgili yeni gelişmeler öncesinde, Avrupalıların doğayı nasıl ele aldıklarını ve çevre mevzuatını nasıl uyguladıklarını anlamak gerekiyor.

Avrupa doğasının restorasyonu

Avrupa’da Natura 2000 adında bir doğa koruma ağı bulunuyor. Bu alanlar, biyolojik çeşitliliği korumak için bazı hayvanlar, bitkiler ve doğal yaşam alanlarını kapsıyor. Avrupa’da biyolojik çeşitlilik uzun süredir tehdit altında. Uzun vadeli sömürü ve kirlilik sonuçları, flora ve faunanın sürdürülebilir korunmasının önemini vurguluyor.

Geçen yıl, Avrupa Parlamentosu ve 27 AB üye devleti doğa restorasyon yasasında anlaşmaya vardı. Bu yasa, Avrupa Birliği’nde zarar gören doğayı eski haline getirmeyi ve tarım arazilerindeki biyolojik çeşitliliği artırmayı amaçlıyor. Kuşlar ve Habitatlar Direktifleri adında iki önemli direktif de bu çerçevede yer alıyor. Avrupa Komisyonu, doğa rezervlerinin yüzde 81’inin kötü durumda olduğunu hesapladı ve yasanın acil bir gereklilik olduğunu belirtti. Üye devletlerden, 2030’a kadar kötü durumda olan doğanın yüzde 30’unu restore etmeleri isteniyor. Natura 2000 alanlarına öncelik verilecek ve bu oran zamanla artarak, 2050’ye kadar ülkelerin bu alanların yüzde 90’ında çalışma yapmaları gerekecek.

Avrupa atıklarıyla ilgili yeni kurallar

Avrupalılar uzun süredir çevreyi ciddi şekilde etkiliyorlar ve milyonlarca ton kirli ve geri dönüşümü zor plastik atığını genellikle fakir ülkelere göndererek büyük bir atık sorunu yaratıyorlar. Avrupa’daki Yeşiller, bu atık ihracatının yoksul ülkelerde durdurulması için ‘çabalar’ gösterdi, ancak Türkiye hala bu sorunla karşı karşıya. Son raporlar, Avrupa’dan gelen atıkların Türkiye’deki işçiler ve çevre için ciddi sonuçları olduğunu gösteriyor. 

27 Şubat 2024’te Avrupa Parlamentosu, plastik atıkların AB dışındaki ülkelere ihracatına daha sıkı kurallar getirdi. Yani önümüzdeki 2,5 yıl içinde OECD üyesi olmayan ülkelere (örneğin Endonezya) plastik atık ihracatı yasaklanacak. Araştırmalar, 2 yıl sonra bir OECD ülkesinin (örneğin Türkiye) plastik atıkları sürdürülebilir bir şekilde işleyemediğini gösterirse, o ülkeye de ihracat yasağı uygulanacak. Bu, Avrupalıları daha fazla geri dönüştürülebilir ve yeniden kullanılabilir plastikler tasarlamaya ve AB’deki geri dönüşüm kapasitesini artırmaya teşvik etmesi gerekiyor.

Komisyon, ‘zengin’ sanayileşmiş OECD ülkeleri için ayrı bir izleme sistemi kuracak ve atıklarını sürdürülebilir şekilde işlememeleri halinde ihracatı yasaklayacak.

Üçüncü önemli değişiklik, her ihracatçının varış ülkesindeki atık işleme tesisinin ‘bağımsız’denetimini gerçekleştirmek zorunda olmasıdır. Ancak “bağımsız” kelimesi genellikle anlamını yitirir ve belirsiz kalır çünkü kimse ne anlama geldiğini bilmez. Bağımsız, kendileri mi denetliyor yoksa bulundukları ülkenin bakanlıklarından gelen denetim raporlarına mı kullanıyorlar?

Son olarak, Avrupa dolandırıcılıkla mücadele ofisi OLAF, Üye Devletlerin daha iyi uygulama için daha yakın işbirliği yapmasını sağlayacak ve tüm prosedürler nihayet dijitalleştirilecek.

Tunç, coşku eşliğinde aday adaylığını ilan etti Tunç, coşku eşliğinde aday adaylığını ilan etti

Avrupa 2050 yılına kadar plastik atığı sıfırlayacak(mış)

Ayni esnada dünya genelinde plastik üretimi hızla artıyor, ancak Avrupalılar döngüsel bir ekonomiye geçmek istiyorlar. Bu, tüm plastiklerin geri dönüştürülüp yeşilhammaddelerden yeni plastikler yapılacağı anlamına geliyor. Ancak, işlenmemiş plastiklerin önemli bir kısmı hala çöpe gidiyor ve bu miktar artmaya devam ediyor, özellikle Asya ve Afrika’da. Eğer politikada bir değişiklik olmazsa, 2050’ye gelindiğinde şu anki plastik üretim miktarının iki katı kadar plastik üretmiş olacağız: 250 milyon ton.

Avrupa Komisyonu, plastik kullanımını kendi kıtalarında azaltmak için yönergeler yayınladı. En önemlilerinden biri Ambalaj ve Ambalaj Atıkları Yönetmeliği (PPWR). Yüksek geri dönüşüm oranları, yeni ürünlerde geri dönüşümün artırılması ve plastiklerin yeniden kullanımı bu yönergenin temelini oluşturuyor. Ayrıca, Avrupalı bir tüketicinin yılda kullanabileceği maksimum torba sayısını belirleyen bir kural da var. Bazı ülkeler, Hollanda gibi, daha kapsamlı hedefler belirledi: tamamen döngüsel bir ekonomi. Bu, tüm kağıt, plastik ve tekstil ürünlerinin geri dönüştürülerek yeniden kullanılması gerektiği anlamına gelir. Ayrıca, hammaddenin yeşil (biyobazlı) olması gerekiyor.

Avrupa döngüsel bir ekonomiye doğru?

Avrupa’da hedef tamamen döngüsel bir ekonomiye ulaşmaktırsıfır plastik atıklı bir Avrupa toplumu oluşturmak, sadece geri dönüştürülmüş veya yeşil (biyobazlı) plastiklerin dolaşımda olduğu bir sistem.Ancak, gerçek oldukça farklı…

Plastiğin geri dönüşümü, türlerin çeşitliliği ve atık akışlarının kirlenmesi nedeniyle karmaşıktır. Ambalajlama için beş ana plastik türü vardır, ancak piyasada 250 kadar tür bulunmaktadır. Birçok plastik, plastikleştiriciler, alev geciktiriciler ve boyalarla kirlenmiş veya alüminyum ve kağıt gibi diğer malzemelerle birleştirilmiştir. Plastik ve malzemelerin ayrılması geri dönüşüm için gereklidir ancak teknik açıdan zordur ve ekonomik açıdan kârsızdır. Hollanda’da ambalajlar 700 milyon euroluk bir değeri temsil etse de geri dönüşümden sonra geriye sadece 5 milyon euro kalıyor. Bu nedenle kendi ülkesinde işlenmesi ekonomik açıdan cazip gelmemekte ve sıklıkla uzak ülkelere ihraç edilmektedir.

Resmi olarak ihraç edilen plastik atıkların endüstriyel atık olması ve geri dönüştürülebilir olması gerekiyor. Evsel atıklar Avrupa içerisinde işlenmelidir. Ancak Türkiye’de ki işleme tesislerinden alınan görüntüler, sadece ticari atıkların değil, Avrupa’nın evsel atıkların da işlendiğini gösteriyor.

İkinci sorun: 12 Nisan 2024’te Avrupa bakanları doğa restorasyon yasasını oylayacak. Mart 2024’te Hollanda Temsilciler Meclisi’nin büyük çoğunluğu, sağcı BBB (Çiftçi Vatandaş Hareketi) ve NSC ( Yeni Toplumsal Sözleşme) partilerinin sunduğu önergeye destek vererek kabineden karşı oy kullanmasını istedi. Hollanda şimdiden az sayıda nitrojen ve su kalitesi standardını karşılayamıyor ve bu yasa daha da zorlu hedefler getiriyor, bu da davalara neden olabilir sağcı partilere göre. Bu nedenle Hollandalı bakanın karşı oy kullanması ve diğer ülkelerle işbirliği yaparak düzenlemeyi engellemesi gerekiyormuş. Avrupa Parlamentosu, Hollanda da dahil olmak üzere birçok ülkede çiftçi protestoları sonrasında yasayı önemli ölçüde zayıflattı. Ancak, bu planların iptal edilip edilmeyeceği belirsiz. Bu durum, Avrupa’nın doğasını korumasını ve döngüsel ekonomiyi teşvik etmesini engelliyor. Avrupa’nın, doğayla pek alakası olmayan birçok ülkede giderek daha fazla sağcı bir rota izlediğini de unutmayalım. Buda yeşil (biyobazli) plastiklerin oluşumunu ileriye dönük engeller.

Türkiye, Dersim ve sonuç

Bu gelişmelerden nasıl bir sonuç çıkarabiliriz ve özellikle memleketimiz Dersim için ne anlama geliyor?

Hollanda Yeşil Sol’a sorum şuydu:

“Türkiye bu atık ihracatı yasağının neresinde?”

Yanıtları şu şekildeydi:

Türkiye gibi bir OECD ülkesi için öncelikle şöyle bir analiz yapılıyor: Plastiği yüksek kalitede (AB standartlarına eşdeğer) işliyorlar mı, işlemiyorlar mı? Avrupa Komisyonu’nun gelişmeleri beklemek ve izlemek için 2 yılı var. Türkiye gibi bir ülke buna uymazsa başka bir yasak gelecektir. Bu aynı zamanda transit için daha sıkı gereklilikleri ve kendi atık işleme süreci üzerindeki etkisini de içermektedir.

Ancak burada çok ilginç bir durum var: Türkiye, kendi plastik atıklarının yalnızca %12’sini geri dönüştüren OECD ülkelerinden biridir. Bu durumda, Türkiye’nin AB’den gelen büyük ithalatla nasıl başa çıkabileceğini düşünmek gerekmektedir. Geri kalanını siz düşünebilirsiniz.

Burada şu soruyu sormamız gerekiyor: Avrupa Komisyonu adına kontrolleri kim yürütüyor? 

Bu soru beni Kırmızı Dağ’a meselesine götürüyor çünkü şu an bir déjà vu deneyimi yaşıyormuşum gibi hissediyorum. Bilindiği üzere, Tunceli, Pülümür, Nazimiye, Ovacık, Mazgirt, Hozat, Pertek, Çemişgezek Belediyeleri geçmişte bir araya gelerek Katı Atık Yönetim Birliği’ni kurmuşlardır. İşte bu birlik, Dersim’de, Merkez İlçesi’nde, Sütlüce Köyü Kemer mezrası mevkiinde, yani tam da 183 hektarlık orman alanına “Katı Atık Bertaraf ve Düzenli Depolama Tesisi” inşa etmeyi planlamaktadır. Avrupa Birliği’nin cömert IPA fonları da bu projeye destek vermektedir. Bu projenin maliyeti sadece 19 milyon avrodur. Bu tür tesisler Avrupa’da çevreye zarar vermemesi için 5 katı bütçe gerektirebilir ve genellikle sanayi bölgeleri tercih edilir.

Katı Atık Bertaraf ve Düzenli Depolama Tesisine karşı değilim, ancak hala şaşkınlıkla düşünüyorum: Kim hangi mantıkla bu yeri gösterdi? Neden oranın uygun olmadığını tekrar etmiyorum, çünkü insan mantıklı düşündüğünde, o yerin ne kadar yanlış bir seçim olduğunu ve potansiyel sonuçlarını zaten fark eder.

Size, ‘Kırmızı dağ Çevre ve Yaşam Platformu’nun’ Ankara’da Büyükelçi, Avrupa Birliği Türkiye Delegasyonu Başkanı, Nikolaus Meyer-Landrut‘u ziyaret ettikleri bir anı paylaşmak istiyorum:

Kırmızı dağ Çevre ve Yaşam Platformu, Nikolaus Meyer-Landrut’a, ekosistem açısından yerin ne kadar yanlış olduğunu anlatıyor. Ancak AB Türkiye Delegasyon Başkanı, onların hiçbir şey yapamayacaklarına dair bir açıklama yapıyor, çünkü kararlarını bulundukları ülkenin bakanlık ve yerel yönetimlerinin denetim raporlarına dayandıklarını belirtiyor. Bu ne anlama geliyor?

Türkiye’nin transit çöp cenneti olacağı anlamına geliyor… IPA fonlarıyla AB standartlarında olmayan Katı Atık Bertaraf ve Düzenli Depolama Tesisleri ile doldurulacak… Aslında burada tek AB’nin suçu yok… Bu Katı Atık Bertaraf ve Düzenli Depolama Tesisinin başında katı atık yönetme kapasitesi eksik olan yerel yönetim, yerel yönetimi denetleme kapasitesi olmayan bir belediye meclisi, Tunceli TMMOB, Dersimli akademisyenleri, siyasetçiler, sanatçıları, sivil toplum ve çevre örgütleri bulunmaktadır… Bu projenin baş sorumluları, ilk olarak bu projenin “mimarı” olarak görev yapanlar ve daha sonra projenin sürdürülmesi konusunda kararlılıkla hareket eden “halk iradesi temsilcileridir”… Pardon, yeni adları ittifak mıydı değil mi? Sadece adaylar değişti ama aslında hepsi aynı kaldı…

Hemen alınmasınlar… Yukarıda belirttiğim hususlarla, AB’deki yasal değişiklikleri onlara aktarmak, kendilerini daha iyi bir yönetim için hazırlamalarına yardımcı oluyorum… Avrupa’da doğa, atik ve dünya ’da olduğu gibi iklim ile çok büyük sıkıntılar var, fakat feodal yapılarından dolayı değişmeleri zor… sonuç krizi nükleer santrallarla çözecekler. Türkiye’ye IPA fonlarından gelen para Türkiye’nin gelişmesi veya kalkınması için değil, kendilerine uzun vadede yatırım yapıyorlar ve kendi sorunlarını bu şekilde çözmeye çalışıyorlar. Sonuçta Türkiye hem denizden hem karadan ulaşılabilecek ülke ve böylesi maliyeti daha uygun… Bunu aktarmak, benim memleketime olan görevim, 38’den kalma Kırmızı Dağ’da yatan büyüklerime karşı vicdani borcum… biz geçmişimizle, bugünümüzle ve geleceğimizle varız…

Kıvılcım Özmen (1982) Belçika’da doğdu ve büyüdü. Aslen Dersimli. Son 12 yıldır Amsterdam metropol bölgesinde 155.000 nüfusu olan Zaanstad şehrinde yaşıyor. Geçmişte sözlü kadın tarihi çalışmaları yaptı ve Hollanda televizyonuna belgeseller için toplumsal sorunlar üzeri araştırmacı olarak çalıştı. Şu an Sosyal İşler ve İstihdam Bakanlığı’nda kıdemli danışman olarak çalışmaktadır. Hollanda Yeşil Sol partisinden Zaanstad şehrinde belediye meclis üyeliği ve grup başkanlığı yaptı.